Halep'te ölüm-kalım savaşına tanıklık edilen 24 saat

Halep'te ölüm-kalım savaşına tanıklık edilen 24 saat
© 
By Euronews
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button

Suriye’de kanlı iç savaş 19 aydır sürüyor ancak halen barış için bir umut ışığı gözükmüyor.

Ekibimizin ziyaret ettiği Halep’te Beşar Esad yönetimine bağlı ordu ile Özgür Suriye Ordusu arasındaki çatışmaların şiddetlenmesi, durumun iyiye gideceğine dair bir işaret vermiyor.

Bir zamanlar ülkenin ticari merkezi olan bu şehirde şimdi kaos hakim.

En yakın kaçış imkanı kuzeyde, Türkiye’ye… Ancak bu yollar da sınırlı ve hiç de güvenilir değil.

Euronews ekibi bu tarihi şehre girmek için önce Gaziantep’e gitti ardından Kilis’teki Öncüpınar Sınır Geçiş‘ini kullandı.

Sınırın hemen ardından ulaştığımız ilk yerleşim yeri Türkiye’ye 7 kilometre mesafedeki ve isyancıların kontrolündeki Azaz kasabası oldu.

Ufukta Suriye toprakları gözüküyor. Halep buradan kabaca kuş uçuşu, 24 kilometre uzakta.

Halep’e ulaştığımızda edindiğimiz ilk izlenim, yıkıntılar arasında kaosa terk edilmiş bir şehir oldu.

Burada yaşayan ne kadar insan kaldı? Buna cevap verebilmek için şehrin tüm mahallelerini gezmek lazım ki bunu da ikiye bölünmüş Halep’te yapmak imkansız. Kentin Sadece Özgur Suriye Ordusu tarafından kontrol edilen ancak hergün bombardıman altında kalan kısmı akredite olmayan gazetecilere açık.

Bombardımana hedef olan yerlerin arasında yaralıların sel olup aktığı, ancak personel kıtlığının yaşandığı hastaneler de var. Dar-El Şifa Hastanesi de bunlardan biri.

Günde 100’den fazla kişinin tedavi altına alındığı bu hastanede 7 doktor, 10 hemşire ve birçok gönüllü çalışıyor. Sıkça bombalanan bu merkezin en önemli eksiği, tıbbi malzeme ve uzman yetersizliği. Doktor Osman, hastaneye daha çok sivillerin getirildiğini belirtiyor:

“Çatışmalardan yaralı getirilenlerin çoğu sivil, yüzde 80’i sivil. Geri kalanlar ise Özgür Suriye Ordusu’ndan.”

İlk olarak acil durumlara müdahale ediliyor. Susuz kalmış bir bebeğe ilk yardım yapılırken, bir isyancı asker arkadaşlarının kollarında servise getiriliyor. Arkadaşları o an bilmiyor ama birkaç kilometre otedeki Arkub’da savaşırken yaralanan İbrahim, hastaneye getirildiğinde çoktan ölmüştü.

Hergün gözlerinin önünde ölüm kalım mücadelesi verilen bu hastanede çalışan gönüllü hemşire Nur, kayıpların boşuna verilmediğini söylüyor:

“Allah izin verirse, o Beşar köpeğine karşı kazanacağız. Çünkü bizim silahlarımız rejim güçlerininkiler gibi değil, mesela hava kuvvetleri gibi. Bizimkiler çok basit silahlar ama buna rağmen kazanıyoruz. Her gün ilerleme kaydediyoruz. Her şehidin yerinde yüzlercesi geliyor.”

Şehirden kaçmayı seçen birçok kişi, sınırdan geri döndürülecekleri korkusuyla Türkiye’ye gitmeye şüpheyle yaklaşıyor.

Bu yüzden kimi aileler daha güvenli olacağını düşünerek halen Esad güçlerinin kontrolünde olan havaalanı bölgesine doğru ilerliyor.

Hanano ve Tarık El-bab mahallelerinde tehlike genellikle havadan geliyor. Helikopterler ve bombardıman uçakları havada cirit atıyor.

Rus yapımı bir savaş uçağı, birkaç yüz metre öteye bir bomba bırakıyor. Rutin bombardımanların çoğu hedef alınmadan körleme yapılıyor.

Halep’in çıkışında, sınırda onları bekleyen ailesiyle buluşmak üzere yola çıkan bir grup Suriyeli ile konuştuk. Aceleyle kaçtıklarını belirten Ahmet, yanlarına sadece temel ihtiyaç maddelerini alabildiklerini söylüyor:

“Çok hızlı bir şekilde kaçmalıydık çünkü bombardıman devam ediyordu. Gerçekten çok korkunçtu. Herşey yıkılıyordu, çocukların üzerlerine düşen binaların altında kalıp, öldüğünü gördüm.”

Ahmed ve ailesinin sınıra doğru yolculuklarında, daha sonra tekrardan buluşmak üzere sözleştik.

Biz de buradan birkaç kilometre uzaktaki Marea kasabasına doğru ilerliyoruz.

Direnişin kalelerinden biri olan Marea’ya yoğun bombardıman kesilmek bilmiyor.

Esad güçleri, isyancıların üs olarak kullandığı şüphesiyle buradaki okulları da bombalıyor.

Biz gelmeden sadece birkaç saat önce bu ilkokul bombardımana hedef olmuş. Çocukların içeride olmaması ise büyük şans.

Saldırıya hedef olan okulnda öğretmenlik yapan Hakim isyan ediyor:

“Bu mu Beşar Esad’ın reformları? Okulları bombalamak mı? Nerede bu muhalif çeteler? Veya Özgür Ordu? Hiçbiri burada değil. O, hem bizim çocuklarımızı öldürmek, hem de okullarımızı mı yıkmak istiyor? Burası da bizim üssümüz. Tüm bunlar neden?”

Dünya savaşlarında bile okullar hedef alınmadı. Gerçekten burada ne arıyorlar? Teröristleri mi? Burada kimse yok. Devlet medyası çetelerin ve silahların okularda saklandığını iddia ediyor. Ben Esad’ın ordusuna meydan okuyorum ve diyorum ki gelin burada bir damla bile kan var mı? Eğer çeteler burada olsaydı, buralarda kan görmemiz lazımdı. Bakın yere. “

Okulun hemen yakınında Ebu Hasan ve Fatma ile buluşuyoruz. En baştan beri rejime karşı direnişte yer alan bu çiftin adı şimdi kara listede.

Bir cenaze levazımatçısında çalışan Ahmet ise getirilen cesetlerle iç savaşın en vahşi yüzüne tanık olmuş:

“Kafaları baltayla ikiye yarılmıştı. 13 gün sonra leş gibi bir koku yayıldı, kafatasları solucanlarla doldu. Hepsini gömdük, sonra başka beş ceset daha getirdik. Ancak kimliklerini tanımak imkansızdı, aileleri için bile.”

Bir butik sahibi olan Fatma her gün, kasabayla Halep arasında gidip geliyormuş:

“Bu katil çetelerle bizim kaderimiz bu. Size yemin ediyorum son nefesimize kadar vazgeçmeyeceğiz. Onu ve çetelerini defedeceğiz. Ve inşallah özgür ve güvenli bir şekilde yaşayacağız. Bu domuzun gidişinden sonra Suriye’nin nasıl düzeleceğini göreceksiniz.”

Konuştuğumuz iki asker kaçağı, çatışmalarda yer almadıklarını söylüyor. Bir tanesi isyancılar tarafından serbest bırakılana kadar aylarca hapis tutulmuş:

“Beni terkettiler çünkü bizden insanları öldürmemiz istendi, ben de kabul etmedim.”

Bir diğeri ise aylarca ailelerinden haber alamadıklarını kaydediyor:

“Bölüğümüzü terk etmemize izin yoktu. Uzun bir süre boyunca, aylarca dışarıyla, ailemizle bile hiçbir temasımız olmadan hapiste tutulduk.”

Halep’ten çıkarken bıraktığımız Ahmed ve ailesiyle kentin 37 kilometre kuzeyindeki Tel Refat köyünde karşılaşıyoruz.

Dikkat çekmemek için araçlarını değiştiriyorlar. Onlara Türkiye sınırına doğru yolculukları boyunca eşlik ediyoruz. Hirya Hatib, gecelerce ölüm korkusuyla uyuduklarını söylüyor:

“Evdeyken hep koridorda uyudum hemen kapının yanında, oğullarım da benim arkamda, arka arkaya uyudular. O kadar korkmuştuk ki, ölebiliriz diye ben peçemi çıkarmadan uyudum. Allah’a karşı günah işlemek istemem.”

Halep’te ise durum aynı. Kentin kuzey doğusunda bombardıman sesleri hiç susmazken, ona enkazdan ceset çıkarmak için çalışan buldozerlerin sesleri eşlik ediyor.

Kentin gizli bir noktasında, 6000 bine yakın askere ev sahipliği yapan, Tevhid Tugayı’nın üslerinden birine konuk oluyoruz.

Bölüğün komutanı 23 yaşındaki Abdülkadir El-Hacı’ya göre sivil toplum örgütlerinin duyurduğu katliamlar sadece tek yönlü:

“Bahsedilen katlamları yapan tek taraf var, rejimin ordusu. Özgür Suriye Ordusu’nun bir yasama organı var, mahkumların akıbetine de o karar veriyor. Ancak rejim ordusu sokaklarda, herkesin gözü önünde infazları gerçekleştirerek vahşet yaratıyor.”

Bölüğün moralini sürekli yüksek tutmak çok önemli. Savaş şiddetlendikçe, bölükte radikal İslamcı harekete yöneliş de artıyor.

İsyancı askerler savaşın ön saflarındayken, yerleşim yerleindeki kimi siviller de operasyonların yürümesi için destek sağlıyor.

Üssün çatısında rejim güçlerinin kontrolü altındaki bir bölgede yaşayan ancak muhaliflere yardım eden gazeteci Meryem ile konuşuyoruz:

“Genelde, insanlar ölmekten korkarlar. Ama biz bu devrimi yaşamak için yaptık. Ölmemeyi ümid ediyoruz ancak her zaman ölmekten korkuyoruz.”

Sabah uğradığımız hasteneye geri dönmek üzere yola çıkıoruz. Biz hastaneye ulaşmadan beş dakika önce bombardıman başlıyor.

Bu saldırılar altında hayatta kalmak çok zor. Bombardımanı atlatınca, daha ölme zamanımızın gelmediğini anlıyoruz.

O gün Halep’ten çıkmamız gerektiğini biliyorduk. Ancak şehrin çıkışında çatışmaların arttığını görünce, Halep’ten planladığımızdan daha erken ayrılmaya karar verdik.

Türkiye buradan çok uzakta değil. Ahmed, üç hafta önce çocuklarıyla Azaz’a gelmiş eşiyle buluşuyor.

Kavuşmanın sevinci gözlerinden okunuyor. Ancak sessizlik daha uzun sürüyor.

Mülteci akınına uğrayan kampların dolması sebebiyle, yeni kamplar bitene kadar Türkiye yeni mültecileri kabul edemiyor. Kilis geçiş noktası kapatılmış. Ahmed’in eşi durumlarının insanlık dışı olduğundan yakınıyor:

“Türkiye bizim sınırdan geçmemizi engelledi. 20 gündür sınırda sıkışmış kaldık. Elektrik yok, yıkanmaya su yok, yiyecek yok, sokakta yaşıyoruz. Bu yüzden birçok kez hastalandık. Ancak başka şansımız yok. Ne yapabiliriz? Halep’e geri mi dönelim? Şehir uçaklarla bombalanıyor, Allah bizim yardımcımız olsun.”

Sınırda kalan bir yaşlı Suriyeli ise Washington’a sesleniyor:

“Obama bir şeyleri zorlamaya başlamalı. Diktatörü gitmeye zorlamalı. Birleşmiş Milletler ülkeyi bomblayabilsin diye hava ambargosu, füze ve uçak desteği çağrısında bulunduk.”

Çocuğuyla birlikte Türkiye’ye geçemeyen bir başka mülteci de siyasilere yükleniyor:

“Bu çocuk size göre bir terörist mi? Bizi neden kaçmaya zorluyorlar ve Arap kardeşlerimizin gözünde bizi bir yabani gibi gösteriyorlar. Neden birinin (Esad’ın) bizi ülkeden kovmasına diğerinin ise (Erdoğan’ın) ülkesine almamasına katlanmak zorundayız?”

Bu mülteciler için kaçacak yer yok:

“Ne bu tarafta ne de öteki tarafta kimse bizi istemiyor. Evlerimizi, köylerimizi, ailelerimizi terk ettik. Nereye gidebiliriz ki şimdi?”

Gidecekleri bir yerleri olmayan bu Suriyelileri kaderleriyle başbaşa bırakıyoruz. Bu cehennemi andıran savaşın en kısa sürede sona ermesi ümidiyle…

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Görünmez işçiler: Düşük ücretlerle Avrupa çiftliklerinde sömürülen ve tehlikeye atılan insanlar

İklim değişikliği, hava kirliliği ve ekonomik zorluk üçgeninde Polonya

Kaçak göçmenler AB'ye hangi yollardan giriyor?