Lübnan’da Türkler nasıl hedef oldu?

Lübnan’da Türkler nasıl hedef oldu?
© 
By Euronews
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button
REKLAM

Geçtiğimiz günlerde Türk pilotların kaçırılması ve Türk vatandaşlarının hedef haline gelmesi bölgede yeni gelişmelerin yansıması oldu. Ankara’nın Suriye politikası, Lübnan’daki Hizbullah örgütünün Suriye’deki savaşın bir parçası olması farklı dinamikleri harekete geçirdi. Türkiye geçmişteki gibi Türk rehinelerin kurtarılması için yoğun çaba harcıyor. Lübnan hükümeti de bu ülkede yaşayan Türklerin güvenliğini sağlamak için yoğun çaba harcıyor. Bu puslu ortamda gazetecilik yapmaya çalışan TRT Türk’ün Beyrut muhabiri Hasan Esen ile Lübnan’daki durumu ve bölgenin nereye gittiğini konuştuk.

Bora Bayraktar / euronews: Türk pilotların rehin alınması Lübnan’da ve bölgede çok farklı gelişmelerin bir yansıması. Aynı zamanda bu ülkedeki güvenlik sorunlarına işaret ediyor. Öncelikle bu soruyla başlayalım. Ne oldu da Türkler hedef tahtasına oturdu?

Hasan Esen: Bu durum doğrudan Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere verdiği destek ve bazı yanlış anlaşılma veya kasıtlı bilgi kirliliği ile ilgili. 11 Lübnanlı Şii geçen yıl İran’daki dini mekanları ziyaret edip ülkelerine dönerken Türkiye sınırları yakınındaki Suriye’nin Azaz kasabasında Kuzey Fırtınası Tugayları adlı silahlı bir grup tarafından kaçırıldı. İkisi Türkiye’nin çabaları sonucu serbest bırakılırken kalan dokuzu karşılığında muhalifler, hapishanelerdeki kadın mahkumların serbest bırakılmasını talep etti. Ancak uzun süredir devam eden görüşmeler, tarafların çokluğu nedeniyle başarılı olamadı. Bu noktada bu kişilerin yakınları Türkiye’yi zorlamak adına gösteriler düzenlemekle kalmadı, Yunus Emre Kültür Merkezi ve THY ofislerine saldırdı. Aileler, sürekli olarak Türkiye’nin silahlı grup üzerinde tam kontrol sahibi olduğunu iddia edip, Ankara’nın kendilerine yardım etmediğini öne sürdü. Ancak anlamadıkları ya da kabullenmemek istemedikleri nokta, muhaliflerin sayısız küçük gruptan oluşması ve bunların büyük kısmının kendi başlarına hareket etmesi. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriyeli muhalifler üzerinde mutlak bir hakimiyetinden bahsetmek imkansız. Lübnan’da görüştüğüm uzmanlar bazı tarafların Azaz meselesini Türkiye’ye karşı kullanmak, bu yolla Ankara’ya Suriye politikası ile ilgili mesaj göndermek istediği şeklinde değerlendiriyor.

euronews: Sizin güvenliğinizle ilgili sorun var mı? Sokakta rahat gezebiliyor musunuz? Türk olduğunuzu söyleyince insanlar nasıl yaklaşıyor?

Hasan Esen: Türk şirketlerine yönelik protestolar Mart ayında başladı. Gittikçe artan protestolar Mayıs ayında tehditlere dönüştü. Lübnanlıların kaçırılmasının yıldönümü olan 22 Mayıs’ta eğer yakınları salıverilmezse Türk vatandaşlarını kaçıracaklarını ilan ettiler. Pazarlık görüşmeleri devam ettiği için bu tarih, Ramazan bayramı olarak yeniden ilan edildi. Zaten Türk pilotlar da bayramda kaçırıldı. Pilotların kaçırılması soruşturması çerçevesinde 11 Ağustos’ta bir kişi gözaltına alındı. Ardından da Suriye’de kaçırılanların yakınları bu kişi serbest bırakılmazsa, barışçıl olmayan eylemlere başlayacaklarını ilan etti. Ertesi gün, şehir merkezindeki ofisimize gittiğimde binanın önünde polisler gördüm, kata çıktığımda ise polislerin orada da beklediğini görünce işin ciddiyetini anladım. Zaten o günün akşamı zanlının serbest bırakılmaması üzerine, söz konusu grup sokakta gördükleri her Türk vatandaşını kaçıracaklarını ilan etti. O gün ve ertesi gün eve polis eskortuyla gittim. Bu ister istemez hareketlerimi kısıtladı. Oysa daha bir hafta önce, 2006 Temmuz Savaşı’nın yıldönümü dolayısıyla üç kez güneye hatta İsrail sınırına kadar gitmiştim. Şimdi Beyrut’ta belirli yerlere gitmekten kaçınıyorum, Lübnanlı arkadaşlarım Türk olduğumu kimseye özellikle de taksicilere söylememem noktasında beni uyarıyor.

euronews: Hizbullah ile ilişki kurulabiliyor mu? Onların önyargıları var mı? Neden Türkiye’ye kızıyorlar?

Hasan Esen: Temmuz Savaşı haberleri çerçevesinde Hizbullah ile de görüşmem gerekti. Zaten belli bölgelere onların izni olmadan gitmek mümkün olmuyor. Bizi, gittiğimiz köy ve kasabaların girişlerinde karşılayıp ayrılana kadar eşlik ettiler. Bu çerçevede hiçbir talebim reddedilmedi. Hizbullah medyanın önemini çok iyi bildiği için gazetecilere yardımda oldukça hassas. Ancak lider kadrosunu etkinlikler dışında görmedim, özel röportaj taleplerimize geri dönüş yapılmadı. Ancak Hizbullah’ın siyasi kanadı olan Direnişe Vefa Partisi milletvekilleri ile görüşmek çok daha kolay. Elbette Türkiye’ye karşı bazı önyargıları var. Gazetecileri bağımsız görmekten ziyade bir şeylerin temsilcileri olarak değerlendiriyorlar. Bunun sebebini anlamak da zor değil. Lübnan’daki her partinin ya da liderin kendi televizyonu veya gazetesi var. Elemanlar ağırlıklı olarak bu çerçevede işe alınıyor. Yani bir muhabirin sadece gazetecilik adına ya da mesleki kaygılarla bir etkinliği takip etmesi, bir olaya önem vermesi çok anlaşılır değil onlar için. Hizbullah, Suriye’de bir ölüm kalım savaşı veriyor. Bugün örgütün Suriye’de savaşması Beşar Esad rejimini korumaktan çok kendi varlığını korumak için. Biliyor ki, Esad’ın düşmesi Hizbullah için kendi sonunun da başlangıcı demek. Türkiye’nin 100 binden fazla kişinin öldüğü bir ülkedeki rejime karşı çıkması ve muhaliflere destek vermesinin yansımasını bu çerçevede değerlendirmek gerek.

euronews: Türk askerinin BM’den çekilmesinin yankıları nasıl oldu?

Hasan Esen: Türk askerleri, güneyde yerleştikleri bölgede sadece devriye gezmiyor, aynı zamanda savaş sırasında yıkılan veya zarar gören okulları ve hastaneleri inşa ediyordu. Sağlık ocaklarında sağlık hizmeti veriyor halka doğrudan yardım ediyordu. UNIFIL kapsamında görev yapan Türk askerlerinin çekilmesi kararı doğrudan Türk pilotlarla ilgili değil, zaten bu konudaki karar UNIFIL’e 6 Ağustos’ta yani pilotlar kaçırılmadan önce bildirildi. İçişleri Bakanı Mervan Şerbil, Türk askerlerinin çekilmesini istemediklerini söyledi.

euronews: Lübnan’da genel olarak neler oluyor? Hizbullah Suriye savaşında taraf oldu. Bu ülke içindeki dengeleri nasıl etkiliyor?

Hasan Esen: Lübnan’da taraflar 1975-1990 yılları arasında yaşanan iç savaşın ardından ilk kez bu kadar polarize olmuş durumda. 2005’teki Refik Hariri suikastı sonrası ortaya çıkan Suriye yanlısı (8 Mart) ve Suriye karşıtı (14 Mart) grupları arasında en ufak bir konu üzerinde bile anlaşma görmek mümkün değil. Bu da her şeye yansıyor. Mart ayında Necip Mikati hükümeti istifa etti, yenisi Hizbullah’ın kabineye girme ısrarı yüzünden kurulamadı. Hizbullah’ın kabineye girme isteği, daha çok Suriye’deki savaşına bir hükümet şemsiyesi getirme çabası olarak görülüyor. Bu da hükümet kurulmasını zorlaştırıyor. Sadece, başını Saad Hariri’nin Partisi Müstakbel’in çektiği 14 Mart grubu değil, bizzat Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman da Hizbullah’ın Suriye’de savaşmasına karşı olduğunu açıkladı. Süleyman, ‘‘Direnişin (Hizbullah) ülke dışında (Suriye) kullanılması Ulusal Savuma Stratejisi kabul etmeyi zorunlu kıldı’‘ dedi. Cumhurbaşkanı, ‘‘ordu-halk-direniş’‘ mottosunun da artık geçerli olmadığını ‘‘ordu-halk’‘ ifadesinin daha uygun olduğunu söyledi. Böylece Hizbullah’ın silahsızlandırılması gerektiği, ilk kez bir Cumhurbaşkanı tarafından bu kadar net ve sert ifade edildi. Şimdi ülkede devletten bağımsız hareket eden, kendi militanlarını hiçbir yetkiliye danışmadan Suriye’ye gönderen, silah olarak da devletten daha güçlü bir örgüt var. Böyle bağımsız hareket eden bir yapı ister istemez ülke içinde büyük tartışma ve gerginlik konusu.

euronews: Suriye’deki savaş genel olarak Lübnan’daki güvenlik durumunu ve siyaseti nasıl etkiliyor?

Hasan Esen: Bu sorunuz önceki sorunuz ile oldukça ilişkili. Suriye ve Lübnan’ı iki ayrı devlet olarak düşünmemek gerek. Suriye’nin Lübnan üzerindeki etkisini asker gönderdiği iç savaş sırasında değil daha ilk bağımsız oldukları günlerde görmek mümkün. Suriye’nin Lübnan’da büyükelçilik açması bile ancak 2008’de gerçekleşti. Şam, Beyrut’u hep bir parçası olarak gördü, öyle de yönetti. Dolayısıyla Suriye’deki iç savaş durumu Lübnan’da her şeyi etkiliyor. Siyaset açmazda. Bir hükümet krizi yaşanıyor. 5 aydır bir hükümet yok ortada. Haziran ayında yapılması gereken seçimler 18 ay ertelendi ki bu iç savaş sonrası bir ilk demek, Genelkurmay Başkanı’nın görev süresinin uzatılması için yapılan Meclis oturumu boykot edildi, sorun ancak kanun hükmünde kararname ile aşıldı. İşin güvenlik boyutu ise daha da korkutucu. Trablus’ta Suriye rejimi yanlısı ve karşıtları arasında sık sık kanlı çatışmalar yaşanıyor. Bu çatışmaların benzeri Sayda’da Selefi şeyh Ahmed El Esir taraftarları ile önce Hizbullah militanları ardından da ordu ile yaşandı. Sünni kesim gittikçe radikalleşiyor, irili ufaklı Selefi gruplar sık sık Suriye için cihad ilan ediyor. Sadece bu kentlerde değil, sınıra yakın yerlere sık sık roket düşüyor. Ancak asıl etki Beyrut’ta görülüyor. Mayıs ayında güney Beyrut’ta Hizbullah’ın kontrolündeki Dahiye semtine iki roket atıldı, Temmuz ayında bir parkta bomba yüklü araç patladı ve 50’den fazla kişi yaralandı, son olarak da aynı yerde düzenlenen bombalı saldırıda en az 27 kişi hayatını kaybetti. Bu iç savaş sonrası doğrudan sivilleri hedef alan en kanlı terör eylemiydi. Güvelik güçleri intihar saldırısı üzerinde duruyor. Eğer bu doğru çıkarsa, Lübnan’ın Iraklaştığından bahsedebiliriz. Bu da kanlı bir döneme girmek demek. Halk endişeli. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, saldırı ile ilgili açıklamasında, ‘‘Bir sonraki saldırıda Suriye’deki savaşçı sayımız 100 ise 200, 500 ise 1000, 5 bin ise 10 bin olur. Gerekirse ben de gider savaşırım’‘ diyerek meydan okudu ve saldırıyı, Suriye’deki ‘‘tekfiriler’‘ olarak nitelediği grupların gerçekleştirdiğini söyledi.
Bu saldırıdan sadece iki gün sonra Beyrut’un 20 km güneyinde patlamaya hazır bomba yüklü bir araç bulundu. Bu durum yeni ve daha kanlı saldırıların işareti olarak görülüyor.

euronews: Lübnan bölgenin küçük bir aynası kabul edilir. Lübnan’da yaşayan bir Türk gazeteci olarak bu aynada neler görünüyor?

Hasan Esen: Gördüğüm mezhep gerginliği ve çatışması. Suriye krizi yüzünden taraflar kutuplaşıyor. Artık bir dönem Sünni dünyasının kahramanı olan Hasan Nasrallah yok. Bir zamanlar elden ele dolaşan posterleri Kahire’de, Doha’da yakılıyor. Sadece buralarda değil, Lübnan içindeki Filistin kamplarında bile yakılıyor. Bu durum Hizbullah’ın diline de yansıyor. Nasrallah’ın Kudüs Günü’nde yaptığı konuşma buna çok iyi bir örnek. Nasrallah bu konuşmasında, ‘‘Biz Ali bin Talib’in Şiileri olarak asla Filistin’i yalnız bırakmayacağız’‘ ifadesini kullandı. İlk kez Hizbullah lideri bu kadar güçlü bir Şii vurgusu yaptı. Bir anlamda kendini Sünnilerden kesin bir çizgiyle ayırdı. Hizbullah’ın Şii doğası bir gerçek ama onun böylesine vurgusu yeni bir döneme işaret ediyor. Hizbullah Suriye’de savaşmasının gerekçelerinden birini Şam’daki Seyyide Zeynep Türbesi’ni korumak olarak açıklıyor. Kime karşı koruyor? Sünnilere karşı koruyor. Yani Sünniler bizim kutsalımızı yakacak yıkacak diyor. Irak’taki Mehdi ordusu ile Hizbulllah bir değil. Eğer Hizbullah, bu gerginliği ileri taşımak isterse sonuçları tahminleri aşar.

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Hizbullah: Yeni silahlar kullanıyoruz, İsrail: Beyrut'u Gazze'ye çeviririz

UNHCR, Suriyeli göçmenleri Lübnan’a gönderen Kıbrıs Rum yönetimine tepki gösterdi

Lübnan'daki liman patlamasının ardından üç yıl geçti; soruşturmadan hala sonuç çıkmadı