Yorum: Avrupa'nın merhametine ne oldu?

Yorum: Avrupa'nın merhametine ne oldu?
© 
By Euronews
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button
REKLAM

Selman Azami, Liverpool Hope Üniversitesi

Bazı medya kuruluşları ve siyasetçilerinin AB referandumu sonrasında mülteci çocuklara yönelik takındığı tavır, geleneksel İngiliz merhamet kültürünün azalmasıyla ilgili endişeleri artırdı.

Yetişkin bir refakatçisi bulunmayan ve ‘jungle’ olarak bilinen mülteci kampından İngiltere’ye alınma sözü verilmiş 200 mülteci çocuktan sadece burada akrabası bulunan bir avuç kadarı, kampın geçen hafta Fransız yetkililer tarafından yıkılmasından sonra İngiltere’ye gelebildi.

Buna rağmen bazı sağ-kanat politikacıları ve The Sun ve The Daily Mail gibi medya kuruluşları, bu çocuklardan bazılarının yaşlarıyla ilgili tartışma üzerinden kıyameti kopardılar. Sadece bu da değil, mültecilere destek olan Lilly Allen ve Gary Lineker gibi ünlüler, yazılı medyada olduğu kadar sosyal medyada da yerden yere vuruldular ve The Sun daha da ileri giderek Lineker’ın BBC’den atılması çağrısında bulundu. İnsanların yaşını tespit etmekte profesyonel bir yetkinliği olmayan medyadaki bu tiplerin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın en büyük mülteci krizinin yaşandığı bir zamanda, İngiliz hükumetinin yaptığı bu minicik merhamet jestinin altını oymaya çalışmak gibi bir düşüklüğe tenezzül edebilmesi gerçekten çok şaşırtıcı.

Bu küçük çocukların son birkaç senede yaşadıklarının bir benzerini, bu insanlar hayatlarında hiç yaşadı mı acaba? Bir savaş bölgesinden kaçmanın ve yüzlerce mil boyunca yürümenin veya selamete erebilmek için küçük bir tekneyle Avrupa’ya doğru çok tehlikeli bir yolculuğa çıkmanın nasıl bir şey olduğu hakkında en ufak bir fikirleri var mı? Bu çocukların son birkaç yılda geçirdiklerine benzer sadece tek bir gün geçirmeyi akıllarının ucundan geçirebilirler mi acaba? Peki bu durumda, nasıl oluyor da çocukların kaç yaşında olduklarına dair böyle ahkam kesebiliyorlar? Neresinden bakarsanız bakın, bu insanlara karşı yumuşak davranmak konusunda pek de ünü olmayan İçişleri Bakanlığımızın, mültecilerin yaş tespitine yönelik çok sıkı bir takım prosedürleri var. Ölüm korkusu, açlık, fiziksel ve zihinsel stres gibi unsurlar insanların dış görünüşünü etkiliyor ve bu çocukların hepsi, ebeveynlerinden ayrılmanın yanında, bir de bütün bu zorlukları yaşadılar. Bizzat dişçilerin, diş testinin yaş tespitinde etkili bir yöntem olmadığını söylemesine rağmen, Muhafazakar Parti’den bir milletvekili ve bu medya kuruluşlarından bazıları, bu çocukların yaşını tespit edebilmek için diş testi yapılması talebinde bulundular. Buna rağmen medyada bir takım fotoğraflar basılıyor ve bunların kesinlikle çocuk olmadığı ifade ediliyor.

Geçtiğimiz aylarda yayınlanan ‘Medyada Din Temsilleri: Linguistik Bir Analiz’ isimli kitabımda, medyanın farklı dinlerle ilgili internette yayınladığı makalelere yapılan yorumları ve bu yorumlarda kullanılan dili ve bu dilin dinler hakkındaki kamuoyunu nasıl etkilediğini tahlil etmiştim. Mesela, İslam’da cinsiyet meseleleriyle ilgili The Daily Mail’de çıkan bu tarz bir makalede, sunum tarzı ve dil, okuyucuların İslam ve Müslümanlar aleyhinde saldırgan ve önyargılı yorumlarda bulunmalarına sebebiyet verdi. Bu yorumlardan bazılarına baktığımızda, muhtemelen makalenin bütünü dahi okunmadan, sadece kışkırtıcı başlık okunduktan sonra yazıldıkları anlaşılıyor.

Aynı yaklaşımı kullanarak, The Sun’da mülteci çocuklar meselesiyle ilgili yayınlanmış iki makaleye gelen 10 yorumu inceledim. Makalelerden biri şarkıcı Lilly Allen’la, diğeri de eski futbolcu ve şimdilerde BBC’de sunuculuk yapan Gary Lineker’la ilgiliydi. Lilly Allen’ın Calais’deki mülteci çocukların perişanlığını anlatırken TV’de ağlaması ve İngiltere adına özür dilemesiyle ilgili olarak The Sun’ın başlığı, Allen’ın “timsah gözyaşları” döktüğü ima ediyor ve dilediği özrü de “çok çirkin” olarak niteliyordu. Bu makale hakkındaki ilk on yorumun sekizinin hem Allen hem de mültecilerle ilgili epeyce menfi olduğu görülüyordu.

The Sun’ın Gary Lineker’la ilgili makalesinde ise kendisinden (alaycı bir tarzda) “leftie luvvie Lineker” (solak âşık çocuk Lineker) olarak bahsedilmiş ve bir yardım kuruluşunun mülteci bir çocuğunun kimliğiyle ilgili attığı bir tweeti RT etmesinden dolayı BBC’nin kendisini kovması çağrısında bulunulmuştu. Bu makale hakkındaki ilk on yorumdan dokuzu son derece saldırgan bir üsluptaydı ve okuyuculardan bazıları, işi mültecileri potansiyel terörist olarak nitelendirmeye kadar vardırmıştı.

Bu örnekler, şimdiden tamamen kontrolden çıkmış ve hiçbir dinme emaresi de göstermeyen bir insani krize sırtlarını çevirme konusunda, sistem tarafından bir şekilde mağdur edilmiş sokaktaki vatandaşı kışkırtmak için, bir takım medya kuruluşlarının nüfuzlarını nasıl da kullandıklarını gösteriyor. Halk politikacılara öfke duyuyor ve medya, kamuoyunu İngiltere’nin bu krizde oynaması gereken merhametli rolle ilgili olarak ikna edeceğine, bu tarz haberler ve yayınlar yaparak sadece nefrete, önyargıya ve yabancı korkusuna daha geniş bir alan açıyor.

The Sun’da Lineker’la ilgili çıkan diğer makaleyle ilgili, kullanıcı adı “speediedixon” olan bir kişinin yorumu bu anlatmaya çalıştığım tavrın güzel bir özeti niteliğinde: “Kepçe kulak, gıdaklayan bir palyaço! Bu kaçak göçmen müslüman yetişkinler … üzgünüm, [bu] çocuklar radikalleştirilmiş uyuyan bir müslüman terörist olmanın arefesinde oldukları bir yaştalar! Müslüman bir terörist olduğu için kim bir çocuğu sorguya çekecek? Hepimiz bunun çok büyük bir risk olduğunu biliyoruz çünkü inernet sürekli olarak Müslüman çocuk ve kadın teröristlerin en iyi bildikleri şeyi yapmalarını gösteriyor!”

Kitaba ilave olarak muhtelif akademisyenlerin araştırmaları, azınlıkların medyada provokatif bir şekilde temsil edilmeleriyle, haklarındaki toplumsal algı arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. Bu meselenin sağcı magazin basını tarafından ele alınma şekli, İngiltere’nin en kötü halini ortaya çıkarmışa benziyor, en iyisini değil.

İngiltere o eski korkunç sömürgeci, işgalci ve köle ticareti yapan geçmişinden uzaklarda. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bu ülke Nazi Almanya’sının zulmünden kaçan yüzbinlerce Yahudi mülteciyi kabul etti. Dünyanın her yerinden çok sayıda göçmene kucak açarak onlara yeni bir hayat kurmaları ve ülkeleriyle gurur duyan birer vatandaş olmalarında yardımcı oldu. Bir ankete göre, İngiltere’de yaşayan etnik azınlık nüfusunun yüzde 93’ten büyük bir kısmı İngiliz vatandaşı olmaktan gurur duyuyor. Burada her ırk, inanç ve kültürden insan kendi dinlerini ve kültürlerini herhangi bir tehdit ve sindirmeyle karşılaşmadan yaşayabiliyor. Göçmen bir otobüs şoförünün oğlu, bu ülkede dünyanın en büyük şehirlerinden birinin belediye başkanı olarak rüyalarını gerçekleştirebilir. İngilizler dünyanın her yerinde vuku bulan insani krizlerde yardım yapanların en ön safında bulunuyor. Bu ulusun en büyük meziyetlerinden biri, sahip olduğu merhamet kültürüdür.

Ne yazık ki sağcı politikacıların ve onların medyadaki sempatizanlarının son zamanlarda sergilediği tavırlar, bu meziyete karşı ciddi bir tehdit teşkil ediyor; özellikle de Brexit oylamasından sonra. ‘Hoşgörülü’ İngiltere aniden ‘tahammülsüz’ bir hale geldi ve en geniş ağa sahip medya kuruluşları, ufak bir meselenin haddinden büyük gösterilmesinde ve insanlar arasında gereksiz korkuların yayılmasında çok sorumsuz bir rol oynuyor. Halk, Brexit’in, toplumumuzun bu ikna gücü yüksek kesimi tarafından çok zekice istismar edilmesiyle ortaya çıkan belirsizlikle ilgili endişeler taşıyor ve böyle bir ortamda ‘merhametli İngiltere’ adım adım ‘tahammülsüz İngiltere’ye’ evriliyor. Politikacılar ve gazeteciler sırasıyla, halka hizmet eden kesim ve medya çalışanları olarak nasıl bir rol üstlenmeleri gerektiği üzerinde ciddiyetle yeniden düşünseler, sonra da merhametli bir ülke olarak ünümüzü korumaya devam edebilmek için gayret gösterseler çok iyi olurdu.

AA

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

İngiltere Başbakanı Sunak için 'maliyetli bir zafer': Ruanda yasası Avam Kamarası'ndan geçti

İngiltere Dışişleri Bakanı Cameron, Erdoğan'la görüşen İskoçya Başbakanı Hamza Yusuf'u uyardı

İngiliz Yüksek Mahkemesi hükümetin mültecileri Ruanda'ya gönderme planını hukuka aykırı buldu