IŞİD nasıl ortaya çıktı, hangi tarihi akımlardan etkilendi?

IŞİD nasıl ortaya çıktı, hangi tarihi akımlardan etkilendi?
By Euronews
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button

IŞİD terör örgütü Orta Doğu'da hızla kan kaybediyor. Ancak üyelerini intihar saldırılarına iten ve masum insanları öldüren bu sapkın inanç nasıl ortaya çıktı? Tarihte buna benzer akımlar neler?

REKLAM

Irak güvenlik güçleri ve uluslararası koalisyon yaklaşık iki aydır Musul şehrini IŞİD militanlarından temizlemeye çalışıyor. Bu askeri harekat şehrin stratejik önemi ve sembolik anlamı bakımından ve kendisini ‘tek taraflı’ olarak halife ilan eden IŞİD lideri Ebu Bekir el Bağdadi sebebiyle daha önceki operasyonlardan biraz daha farklı.

IŞİD, Rusya’nın ağır bombardımanlarına rağmen Palmira bölgesinde kontrolü yeniden ele geçirdi. Bu şehir daha önceden de işgal edilmişti.

El Bağdadi’ye göre ülkenin durumu

Ünlü düşünür Aristoteles halkla ilişkiler kavramını şu güçlü fikre dayandırıyordu: Her şehir bir toplum dur. Ancak IŞİD’in işgal ettiği şehirlerde farklı bir anlayış söz konusu: ‘Şehirlerde yaşayan toplumlar itaat etmek zorunda’… Ve bu anlayış, İslam dininin yeniden ihtişamlı günlerine dönmesi ve dinin özünü bulması için yapılan asılsız propagandalarda kullanılıyor.

Durkheim öğretisine göre ‘IŞİD kanunları’ akademik çerçevede yeni bir kavram ve bu konu üzerinde henüz çalışma yapılmadı. Cihat hareketine bağlı olan bu anlayışla IŞİD, 13. yüzyılda ortaya çıkan aşırı ve yıkıcı düşünceyi devam ettirmeye çalışıyor. Bunun yanında IŞİD’in sahip olduğu Amak Haber Ajansı ve örgütün değişken yapısı uluslararası kamuoyunu şaşırtmaya devam ediyor. Stratejik sahalarda savaşan IŞİD aynı zamanda siyasi anlamda da bu ajans sayesinde propaganda yapabiliyor. 2013 yılından bu yana uluslararası çapta propaganda gücünü geliştiren örgüt, Avrupa’da da terörü yaymayı sürdürdü.

Suriye’nin Rakka şehrinde kendisini halife ilan eden Ebu Bekir El Bağdadi, teröristlerin idolü rolünü büyük bir ustalıkla oynuyor. Örgüt üyelerinden kendisine biat etmesini istiyor. Savaş alanlarında bir kez kullansa bile, El Bağdadi cihat fikrini fazla benimsemeyenlerle arasında çok iyi bir bağlantı sistemi kurmuş. Bu akım, 11. yüzyıldan beri belirli aralıklarla yeniden gün yüzüne çıkıyor. Ancak her dönemde de başarısızlığa uğruyor.

Aslında El Bağdadi de bu tarihi hatanın tekrarından başka bir şey yapmıyor. Arap-İslam kültüründe ortaya çıkan fitneler, ‘ıslah’ denen reform hareketleri, ‘istişare- şura’ denilen demokratik ortak karar alma yöntemleriyle çözülür. Bağdadi’ye göre İslam dininde reform yapmak ya da ‘küfür’ olarak kabul edilen farklı düşüncelerin önüne geçmenin tek yolu diğer Müslümanlar ve Hristiyan toplumlarla savaş yapmaktan geçiyor.

İbn Teymiye etkisi

El Bağdadi bu görüşlerini yaymak için ağırlıklı olarak Bush’un Irak’ı işgalini hedef gösteriyor. Bu yöntem daha önceden 11., 13. ve 18. yüzyıllarda kullanılmıştı.

11. yüzyılda Ömer Hayyam Rubiyat adlı eserinde şarap ve kadınlardan bahseder. Yaşadığı dönemin ünlü veziri Hasan Sabbah da askeri birliklerini terörü yayması için diğer vezirlerin üzerine saldırtır. Bu kişiler devlet adamlarını zehirler ve kimilerini de boğarak öldürür. Arapça bu saldırıyı yapan kişilere ‘Haşhaşiler’ adı verilir. Batıda bu kişilere ‘suikastçiler’ denilmiştir.

13. yüzyılda Moğollar Asya’nın batısına gelerek İran’ı işgal etti. 1258 yılında Moğollar Bağdat, Şam ve Kahire’yi işgal etti. Son halifeyi idam eden Moğollar Abbasilerin saltanatını noktaladı. Abbasiler döneminde Arap kültürü Pers ve Yunan kültürüyle iç içeydi. Ancak Bağdat Moğolların eline geçtiği zaman Cengiz Han’ın torunu Hülagu Han beş yüz yıllık entelektüel birikimi yok etti. İbn Teymiye de bu fırsattan istifade ederek kendi düşüncelerini yayma girişiminde bulundu.

Abbasilerden sonra tarih sahnesinde Memlûkler güçlendi. O sıralarda Anadolu’da bulunan İbn Teymiye daha sonra Şam’a yerleşti. Memlûkler ile Moğollar arasındaki çatışmadan yararlanan İbn Teymiye cihat fikrinden beslenerek, Memlûk Sultanlığı içerisinde propaganda yaptı. Bu sıralarda Hulagu Han, Mısır’a elçi göndererek bu ülkeyi açıkça tehdit etmişti. Bu tehdit sonucu çıkan karışıklık sırasında, Türk kökenli asker ve devlet adamı Seyfettin Kutuz Moğollar’ı durdurabileceği düşüncesiyle, halkın isteği üzerine 1260 yılında Mısır’da Sultan ilan edildi.

Bu arada Ketboğa kumandasında bir Moğol ordusu, Sina yarımadasına kadar ilerlemişti. Sultan Seyfettin Kutuz, 20.000 kişilik bir orduyla Moğolları Filistin’de karşıladı. İki ordu 3 Ekim 1260 tarihinde, Ayn Calut denilen mevkide karşılaştı. Kutuz bu muharebede Moğollar’ı yendi. Moğollar savaştan sonra Mısır’a asla giremedikleri gibi, bu yenilgi tarihin dönüm noktalarından biri ve Moğollar’ın sonunun başlangıcı oldu.

İbn Teymiye siyasi çalkantıdan faydalanarak, İslam dinindeki tüm fiziki ibadetleri bir anda ikinci plana iten düşüncelerini yayma imkanı buldu. Elbette İbnü’l Arabi gibi düşünürlerle fikir çatışması da kaçınılmaz oldu. Ancak İbn Teymiye’nin bu radikal fikirleri kendi sonunu hazırladı ve Memlûk devlet adamları tarafından idam ettirildi. Böylelikle 13. yüzyılda başlamış ilk cihat akımı fikri de sona erdi.

Arapların entelektüel birikimi tam 200 sene boyunca Memlûkler muhafazasında gelişti ve bu birikime özellikle 1517’den sonra Osmanlı İmparatorluğu büyük katkıda bulundu. Ancak Osmanlı idaresi altındaki Araplar yaklaşık 500 sene boyunca birçok alanda kendini geliştirmedi ve durgun bir yapıda kaldı. 20. yüzyıldan sonra bağımsızlıklarını kazanan Arap ülkelerinde idari yönetim monarşik yapıdaki ailelerin ve kapalı diktatör rejimlerin elinde kaldı. Araplar daha sonra, Thomas Hobbes, John Locke ve Jean Jacques Rousseau gibi düşünürlerin öğretilerini tecrübe etmeden Yunan ve Roma kültüründen etkilenen batılı demokrasi hareketlerine adapte olmaya çalıştı.

Muhammed bin Abdülvahhab’ın ölümü

İbn Teymiye’den doğan cihat yapma fikri önce Memlûkler saltanatı altında, Arapların başkentlerinden biri olan Kahire’de yayılmıştı. Bu akım daha sonra İslam dininde gösterişi ve birtakım batıl inançların hakim olduğu Vahhabilik inancının doğmasına yol açtı.

Selefi geleneğin ünlü isimlerinden biri olan Muhammed bin Abdülvahhab, Vahhabilik mezhebinin ve ilk Suudi Devleti’nin iki kurucusundan biridir. 1703 yılında Nejd bölgesi’nde Diriye civarlarında doğmuştur. Dedesi, günümüzdeki Suud kraliyet ailesinin aile babası kabul edilmektedir.

REKLAM

Tam olarak nerede doğduğu bilinmemek ile birlikte Diriye çevreleri olduğu sanılmaktadır. Gençliğinde Selefiyye akımını inceledi ve bu görüşü benimsedi. Çevre kabileler ile ilişkiler kurdu ve kabile şefliği yaptı. Yeğeni Diriyah Prensi Muhammed İbn Suud ile birlikte Bedeviler’den ve Ikhwan adı verilen, Hac kafilelerini yağmalamakla geçinen Arap çetelerinden oluşan düzensiz bir ordu kurdu. Daha sonra kabileleri birleştirip bölgede denetimi sağladı. Bu gelişme ile birlikte İlk Suudi Devleti kurulmuş oldu.

Osmanlı’ya karşı savaş emri verdikten sonra 1792 yılında 90 yaşında öldü. Ardından onun yerine geçen Diriyah Prensi Muhammed İbn Suud, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir yıpratma savaşına girişti. Kısa süre sonra Şiîlerin kutsal mekânı Kerbelâ talan edildi (1801). Mekke ve Medine’yi ele geçirmek için hücuma kalktılar. Nihayet 1517 yılından beri Hicaz topraklarını elinde bulunduran Osmanlı 1802 yılında bu toprakları terk etmek zorunda kaldığında, Suud ailesi bölgenin hakimi konumundaydı.

Bu dönemde bölgede birçok iç karışıklık çıkmıştır. Bu karışılıklara İngiliz casus Arabistanlı Lawrence sebep olmuştur. Hicaz Krallığı ve Nejd Sultanlığı, Osmanlı’ya ayaklanan Abdülaziz El Suud tarafından zorla birleştirildi ve Üçüncü Suudi Devleti kuruldu. Bu devlet günümüzde daha çok Suudi Arabistan olarak bilinmektedir. Selefilik, günümüzde Suudi Arabistan’da resmi mezhep konumunda.

Hasan Sabbah’ın yükselişi

Arap ülkelerinde siyasi açıdan farklı ve etkili fikirler doğmadığı için radikal fikirlere karşı da savaşmak oldukça zor. Cihat düşüncesinden birçok İslami akım faydalandı ve bu akımlar genel itibariyle şiddet eğilimli oldu. İslam aliminin (fıkıhçının) temel kaynaklardan yola çıkarak yeni şartlara göre yeni hükümler ortaya koyması anlamına gelen Arapça’daki ‘içtihat’ kelimesi, yüzyıllar boyunca göz ardı edildi ve adeta İslami sözlükten çıkarıldı.

REKLAM

21. yüzyılda cihat akımının beslendiği kaynak yine 13. ve 18. yüzyıllardaki akımlarla aynı noktada birleşiyor. Ancak camilerde ve Kur’an’ın öğretildiği okullarda üçüncü milenyum çağında farklı iletişim şekilleri bulunuyor: İnternet. IŞİD, halifelik fikrini benimsetmek için cihat akımını kullanıyor. Fakat kendini sözde halife ilan eden IŞİD lideri Ebubekir El Bağdadi, İbn Teymiye ve Muhammed bin Abdülvahhab’ın fikirlerinden çok daha farklı bir cihat akımı yürütüyor: ‘Başkalarıyla’ cihat yapma fikri… Şehitlik mertebesi ve intihar saldırıları ‘Işidizm’ ideolojisinin öncelikli hedefleri.

Sağ koluna Rolex saat takan El Bağdadi Kıyamet Günü dirilecek olan ümmetinin tehdit altında olduğunu savunuyor. Ancak bu sapkın inanç 11. yüzyılda Bağdat’ta ortaya çıkan Hasan Sabbah’ın düşüncelerini birebir yansıtıyor. Karşıt fikirli insanları sokak ortasında öldüren, onların evlerini yağmalayan çapulcularla dolu bu grup tarih sahnesinde korkunç suçlara imza attı. IŞİD şu anda 11. yüzyılda ortaya çıkan ve esrar gibi uyuşturucuları kullanarak insanlar arasında korku ve terörü yayan bu akımdan besleniyor. Arapça bu insanlara ‘zebehun’ yani ‘kafa kesiciler’ deniyor.

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

UAEA Başkanı Grossi'den Bağdat'a 'barışçıl nükleer program desteği' ziyareti

Dışişleri Bakanı Fidan, Bağdat'ta: Gündemde terörle mücadele var

Irak: ABD'nin saldırılara devam etmesi hükümeti koalisyonun misyonunu sonlandırmaya zorluyor