30 yılda Fransız banliyölerinde ne değişti?

30 yılda Fransız banliyölerinde ne değişti?
By Euronews
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button

Yönetmen Mathieu Kassovitz’in 1995 yapımı “La Haine/Protesto” filmi Fransa’nın banliyölerindeki sorunlara eğiliyor. Filmin yapımının ardından 17, Fransa’da banliyölerde çıkan ilk ayaklanmaların ardından 30 yıl geçerken sorunun kaynağının pek de değişmediği göze çarpıyor. Avrupa’yı etkisi altına alan işsizlik, ayrımcılık, hınç, kayıt dışı ekonomi, aşırı dinciliğin artışı, öfke ve şiddetten oluşan geniş bir liste, anlaşılması ve ayırt edilmesi güç ve tartışmalı olan bir sorunlar bütünü olarak, banliyölerdeki ayaklanmaların nedeni olarak gösteriliyor.

2005 ‘te Paris banliyölerinde yükselen gerilim bir dönüm noktası olarak değerlendirililrken o günden beri hiçbir şeyin değişmediği gözlemleniyor. Bunun nedenini konunun uzmanları ve aktörlerine sorduk.

Maliye ve Ekonomi Bakanlığı temsilcilerinden Benoit Hamon, sorunun kamu politikaları kaynaklı olduğuna değiniyor: “Yıllarca biriken ve perçinlenmiş zorlukların yanı sıra kamu politikaları bir kenara atıldı.” Tarihçi Pap Ndiaye ise Hamon’un görüşüne katılıyor: “Bu kamu politikalarının özelliği, gelipi geçici ve sadece sorunların üstünü örtmeye yönelik olması.”

“ACLefeu” adlı derneğin başkanı Muhammed Mechmache, devletin sorunun temeline inmediğine dikkat çekiyor: “Kusura bakmasınlar ama gerçekten bir şeyleri değiştirmeye niyetleri yok. Sorunu çözmek adına sadece yaraya pansuman yapmakla yetiniyorlar. Ancak artık pansumana yer kalmadığında gerçek bir ameliyat yapılması gerekiyor.” Lyon şehrinin ünlü banliyölerinden Venissieux’nün Belediye Başkanı Michele Picard da “pansuman” metaforunu yineleyerek devletin ve özellikle yerel yönetimlerin etkisiz politikalarını şu sözlerle eleştiriyor: “Yerel düzeyde olmayacak şeyler yapıldı. Devlet gerektiği gibi davranmadı. Öyle bir noktaya gelind ki, yaraya geçici bir pansuman yapıldı.”

Şehir planlama alanında yenilik çabaları, yaşananları gizlemekten başka bir işe yaramıyor. Sorunların üzeri örtülürken kalıcı bir çözüm planı uygulanmıyor. Paris’te 2005 olaylarının en yoğun yaşandığı ilçelerden biri olan Clichy’de gerçekte değişen hiçbir şey olmadığı gözlemleniyor.

Banliyöler üzerine son 30 yılda şimdiye dek yüzlerce haber yapıldı. Bunlardan bir çoğu, polis- medya- devlet üçlüsü ekseninde kalıplaşmış yargılar üzerine kurulu. Kanunların pek de tanınmadığı bu bölgede yaşayanların güvenini yeniden kazanmak pek kolay değil. Bu nedenle görüşme talebinde bulunduğumuz kişilerin birçoğundan red yanıtı aldık. Kimileri röportaj vermeyi reddetmekten daha ileri giderek çevrelerinde kimsenin medyaya açılmasını desteklemediğini belirtti.

Tüm bu baskılar altında Abdel bizimle görüşmeyi kabul ediyor. Clichy’de doğup büyüyen Abdel grafik tasarımı üzerine çalışıyor. Yakın zamanda bir şirket kurmaya yönelen genç, mensup olduğu nesli kasıp kavuran işsizlik ve tüm sorunları Fransız tarihi üzerinden açıklamayı seçiyor: “Sanki Fransa babammış da ben tanımayı istemediği gayrimeşru çocuğuymuşum gibi. Dolayısıyla insanlar artık bıkmış durumda. Aileleri herkes gibi vergisini ödüyor. Bu koşullarda onları da hesaba katıyoruz. Sanki onlara ihtiyacımız varmış gibi… Ama onlara belirli durumlarda ihtiyaç duyuyoruz. Örneğin II. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’yı yeniden kurmak için gerekli oluyorlar, günümüzde ise artık bir işe yaramıyorlar.“Gidin, sizi artık istemiyoruz” deniyor.”

Abdel, bu şartlarda kendisini Fransız hissedip hissetmediğine dair kendisine yönelttiğimiz soruya, “Banliyölü hissediyorum” yanıtını verirken, buna sebep olarak devletin kendisini kabul etmeyişini gösteriyor: “Açıkçası Fransa’da yaşıyorum, Fransız kültürünü aldım ama bir sorun yaşadığımda ve ne zaman yardıma ihtiyacım olsa Fransa beni kucaklamıyor.”

Sorunun daha sertleştiği nokta ise sömürgeciliğin izlerine işaret ediyor. Tarihin bıraktığı izlerin unutulmasının zorluğuna ek olarak söz konusu etnik kökenlere mensup gençler kalıplaşmış yargıların sıkıntısını günlük hayatta yaşamaya devam ediyor. “Banliyölü şiddet yanlısı genç” imajının temsilcileri olarak görülmekten kurtulamıyorlar.

Benoit Hamon, insanların zihninde oluşan bu yanlış imajı şu sözlerle eleştiriyor: “Kabaca banliyö eşittir gençler; o da eşittir kapüşon ve kaos. Bırakın bunları! Kapüşon takmam gidip bir yaşlı kadının çantasını kapacağım anlamına mı geliyor? Buna bir son verin! Banliyöleri adeta damgalamış durumdayız. Paris’in merkezinden, 6. bölgesindeki yerimizden bakıp banliyöleri yaşam koşullarının çok kötü, insanların mutsuz ve işsiz olduğu bir yer olarak görüyoruz. Banliyö bu değil ki! Tamam, bu sorunun olmadığı anlamında gelmiyor. Ama bu bir problemler bütünü de değil. Eğer bu bölgelere sorunlar yığını olarak bakmaktan vazgeçersek herkesin bir şekilde kendini iyi hissetmesine katkıda bulunuruz.”

Venissieux Belediye Başkanı Michele Picard da banliyöleri yalnızca birer sorun olarak görüp, çatışmanın yaşanmadığı sakin dönemlerde bu gerçekliğin göz ardı edilmesinden yakınıyor: “Banliyölerle, ancak işler kötüye gittiği zaman ilgileniyoruz ama herşey yolundayken ilgilenmiyoruz. Rakamlar suç oranının arttığını gösterdiğinde bundan söz etmiyoruz ama bir olay çıktığında konuşuyoruz. Ben burada yaşananları göz ardı etmememiz gerektiğini düşünüyorum ama bu arada şehirleri ve mahallelerimizi bu kadar da basite indirmemeliyiz.”

Afrika kökenli genç iş kadını Hapsatou Sy ‘ye göre banliyöde büyüyenlerin başarı öykülerinden söz etmek dahi bu ayrımcılığın bir göstergesi niteliğinde: “Bu insanları parmakla gösterip kötü insanlarmış gibi davranılmasından bıktım. Bence “Bu işte banliyöde büyüyen iş adamı ya da şu siyahi iş kadını banliyöden” demeyi bıraktığımız gün büyük bir adım atmış olacağız.”

24 yaşındaki genç kadın, 8 kardeşi ile birlikte banliyöde büyüdü ve yakın zamanda kendi güzellik salonunu açtı. Hapsatou, şu anda geldiği konumu, yaşamın kendisine sunduğu deneyimin bir getirisi olarak değerlendiriyor: “Yoksul ve zorluk yaşayan bir çevreden gelen, alçak gönüllü biri, belki hayatta yara almış ve el bebek gül bebek büyümüş olanların bilmediği bazı konularda bilinçlenmiş biridir. Ben bilinçli büyüdüm, çünkü her sabah babamın asgari ücretle çalışmak için inanılmaz bir gurur duyarak 6’da kalktığına ve hiçbir zaman şikayet etmediğine tanık oldum. Bu nedenle yaşam size bunları sunduğunda bir ders çıkarmaya çalışıyorsunuz.”

Peki bu gençlerin deneyimlerinden yola çıkarak yaşamlarını değiştirmelerine ne kadar destek olunuyor? Kaderlerinin okulda başarısızlık, ileriki süreçte ise yaşama tutunabilmek için suça eğilim olmasının önüne nasıl geçilebilir? Michele Picard, bu sorulara basit ve alışıldık bir çözüm önerisi getiriyor: “Öncelik, bir üçlemeden ibaret: Eğitim, gelişim ve iş. Öncelikler bunlar.”

“ACLefeu“nün başkanı Muhammed Mechmache ise öncelikleri sıralamanın zor olduğundan ve temelde banliyöde yaşayan gençlere erken yaşlarda iken sahip çıkılması gerektiğinden söz ediyor: “Diğerlerinden daha önemli bir öncelik olduğunu söyleyemem. Bu bir bütün. Barınma, iş, okul, hepsi öncelik. Temele inmek gerek, en baştan bu gençlere eşlik edip onlarla çalışarak milli eğitim sisteminde kendine göre kodları olan bu çocuklara saygı duymak gerek. Çünkü 11-12 yaş dönemi her şeyin sarsıldığı bir dönem. Bu alanda herşeyi yerli yerine oturtarak kayıt dışı ekonomiyi yaratanların bu alanı işgal etmesini önlemeye çalışmak lazım.”

Maliye ve Ekonomi Bakanlığı’nda banliyölü gençlere yönelik alınan önlem ise iş alımlarında ayrımcılığın önüne geçilmesi yönünde. Benoit Hamon, bu amaçla bir sivil toplum kuruluşuyla yaptıkları anlaşmadan bahsediyor: “Bakanlığımız bundan 3 hafta önce, bu mahallelerden gençlerin işe alınmasına destek olan Mosaic RH adlı bir vakıfla bir anlaşma imzaladı. Hedef 5000 yeni mezunun işe yerleştirilmesi. Gönüllü olarak iyi bir yol izliyoruz. Bu aynı zamanda şu anlama geliyor: Günümüzde bu yeteneklerle donatılmış gençlere karşı yapılan ayrımcılık kabul edilemez bir durum. Demek istediğim şey “Bu yetenek banliyöler dışında yok” değil. Banliyölerin dışında da bir o kadar yetenekli genç var. Ancak katlanılmaz olan, banliyöden olanların işe alınmıyor olması. Sonuçta bu ayrımcılık umutsuzluğa ve kimi zaman şiddete davetiye çıkarıyor.”

Kesin olan bir şey şu ki, son 30 yılda Fransa’da ne sol ne de sağ kanat banliyölerin kanayan yarasına ve burada doğan gençlerin içine düştüğü umutsuzluğa çare bulabildi. Abdel’in geleceğe bakışı durumu özetlemeye yetiyor: “Hayallerim mi? Açıkçası ben hayal kurmayı bıraktım. Bu hiçbir işe yaramıyor.”

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Polis kontrolünden kaçarken vurulan gencin ölümü Fransa'yı karıştırdı

Görünmez işçiler: Düşük ücretlerle Avrupa çiftliklerinde sömürülen ve tehlikeye atılan insanlar

İklim değişikliği, hava kirliliği ve ekonomik zorluk üçgeninde Polonya