Euroviews. Özge Mumcu Aybars'ın kaleminden, ölümünün 27. yıl dönümünde babası Uğur Mumcu

Özge Mumcu Aybars'ın kaleminden, ölümünün 27. yıl dönümünde babası Uğur Mumcu
© Anadolu Ajansı
By Özge Mumcu Aybars
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button
Yorum sayfamızda yayınlanan makaleler, euronews'in editoryal görüşünü yansıtmaz.

Özge Mumcu Aybars, babası Uğur Mumcu'nun bir cinayete kurban gitmesinin 27. yıl dönümünde yaşanan sürece dair duygularını euronews Türkçe ile paylaştı.

REKLAM

24 Ocak 1993, saat 13.08. Babam önden çıktı, annem arkasından. Kulakları sağır edecek bir patlama sesi geldi. Salon kapısındaki camlar titredi, vitrindeki fincanlar yerinden oynadı. 11 yaşındaydım, babamın evimizin önündeki Renault 12’si paramparça olmuş, patlamanın şiddetinden vücudu 2 metrelik duvarı aşmış, su deposunun karlı toprağına düşmüştü. Gözlüğü sağlam kalmış, ceketinin iç cebindeki kalem ortasından ikiye ayrılmıştı. Bu patlama hem kişisel tarihimizin hem de Türkiye tarihinin bir kırılma noktası olacaktı. Babamın cinayetini takiben 1993’te üst üste katliamlar yaşanacak ve 1993 yılı bazı çevrelerce “adı konulmamış darbe” olarak anılacaktı. Ancak kimin bu darbeyi yaptığını ve de kimin bu suçu işlediğini öğrenme şansımız hiç olmayacaktı.

1968 yılında yazın hayatına adım atan babam Uğur Mumcu, hayatını hukukçu kimliğiyle ülkenin gerçeklerini irdelemeye adamıştı. Soruşturulması reddedilen bir teftiş raporu mu var, babama gelirdi. Faili meçhul kalmış cinayet mi var, babama gelirdi. “Bunu yazsa yazsa Uğur Mumcu yazar.” diyerek. Altan Öymen ile yazdıkları Mobilya Dosyası’nda Yahya Demirel’in mobilya kaçakçılığını yazacaklar, gazetecilik lügatına “hayali ihracat” deyimini kazandıracaklardı ve şu tespiti yapacaktı: “Mobilya öyküsü, sizlere Türkiye’de kapitalizmin nasıl işlediğini ortaya koymaktadır. Yurttaşın binbir güçlükle verdiği vergiler, kapitalizmin “türlü – çeşitli” oyunlarıyla, Başbakan’ın yeğenine aktarılmakta ve demokratik düzen, kardeşler, yeğenler saltanatı sağlamaya yaramaktadır. Son yıllarda, muhtıralar alınmış verilmiş, mahkemeler kurulmuş, insanlar hücrelere atılmış, işkencelerden geçirilmiş, idam sehpalarından delikanlılar sallandırılmış ve sonunda işte böyle, Başbakan’ın yeğeni zengin edilmiştir.” (Altan Öymen & Uğur Mumcu, “Mobilya Dosyası”, s. 108, um:ag Yayınları)

1 Şubat 1979’da öldürülen gazeteci Abdi İpekçi’nin katillerinin peşine düşecek kendini İtalya’da Mehmet Ali Ağca’nın Papa’ya Suikast davasında uzman tanık / terör uzmanı olarak bulacaktı. Gözlem köşesinde haftanın altı günü yazdığı yazılar, Türkiye’nin derin tarihini de içerecekti. Üstün hafızası ile araştırma yeteneğini hukuk bilgisi ile perçinleyerek, ele aldığı tüm dosyalardaki detayları ortaya çıkaracaktı. Silah kaçakçılığından terörizme, “Müslüman Kardeşler” yapılanmasını Almanya’da Cemalettin Kaplan’ın cemaatini araştırmasına kadar detaylandırdığı Rabıta kitabından birçok alanda çalışacaktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1980’lerin sonunda sorgulanan dönemlerini de tarihi – araştırma kitaplarında ele alacaktı.

22 Ocak 1993 gecesine kadar, üzerinde çalıştığı konu ise PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Milli İstihbarat Teşkilatı ile bağlantı ihtimali olacaktı. Bu konuyla ilgili bir belgeyi vereceğini, dönemin DYP Milletvekili ve 12 Mart 1971 döneminde Askeri Savcı olan Baki Tuğ ifade etmiş ve randevuyu 27 Ocak 1993 tarihine vermişti. Oysa, 27 Ocak 1993, Ankara’da Uğur Mumcu’nun ardından milyonların yürüdüğü bir cenaze törenine sahne olmuştu.

Dava Süreci

Ailemizin tüm çabalarına rağmen, cinayet soruşturması, uzun süre başlamadı. Siyasilerin verdiği “namus sözleri” unutuldu. Olayı araştıran savcı Kemal Ayhan “cinayetin ardında uluslararası istihbarat örgütleri, biraz mafya ve karanlık güçler” olduğunu söyledikten kısa bir süre evinde ölü bulunmuştu ve cenazesi otopsi bile yapılmadan gömülmüştü. Cinayetin soruşturması, 1999 yılında bir Hizbullah evinde çıkan diskette bulunan ve cinayet mahalini içeren bir krokinin bulunması nedeniyle yeniden başlayacak ve Uğur Mumcu Uzun Takip olan UMUT Operasyonu’nu Umut Davası takip edecekti. Duruşmalarda, failin İran bağlantılı olan “Kudüs Savaşçıları” ya da “Tevhid Selam” denilen bir “uyuyan hücre” olduğu ortaya çıkacak ve bu bomba düzeneğinin farklı cinayetlerde de kullanıldığı anlaşılacaktı. Bu örgüt, kendi başına kararlar alan bir terörist grup olduğu belirlenecek ve ne emri veren ne de bombayı koyan bulunamayacaktı. Baki Tuğ ise yapılan son görüşmeleri yalanlama yolunu seçecekti.

Rabıta

1987 yılında kaleme aldığı “Rabıta” adlı araştırması kamuoyunda yankı uyandıracak ve devletin çeşitli kademelerinden açıklama üzerine açıklama gelecekti. Kitabında Suudi Arabistan kaynaklı ideolojik yönelim ve finans kaynaklarının dünyadaki bağlantıları inceleyecekti. Sonucunda ise şu sözleri yazacaktı: “Din ve inanç özgürlüğünün en sağlam güvencesi laiklik ilkesidir. Bu ilke, siyasal amaçlı dinsel akımların devlet yönetimine egemen olmasını önlemek için getirilmiştir. Bu ilkenin, ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğunu, her gün yaşadığımız olaylarla çok daha iyi anlıyoruz…. Suudi Krallığı’nın bu siyasal ve ideolojik yaklaşımını, Suudi kökenli finans kurumları, şirketler ve dinsel amaçlı vakıflar izlemiştir. Bu ilişki ağı, toplumu günden güne etkilemiştir…. İnsanlık tarihi bizlere, düşünce ve inançların zorla yok edilemeyeceğini artık göstermelidir. Tersine, nerede siyasal görüş ve inançlar şiddetle bastırılmak ve yok edilmek istenmişse, bu düşünce ve inançlar, en çok bu rejimlerde güçlenmiştir. Çare, solda ve sağda, düşünce ve inanç özgürlüğünü kısıtlayan bütün engellerin kaldırılmasıdır. Ancak özgürlükçü ve demokratik toplumlarda, bu ‘siyaset – tarikat – ticaret’ üçgeni ile savaşılır. Kapalı rejimlerde ise bu akımlar, devlet kadrolarını sinsi ve karanlık yöntemlerle ele geçirirler.” (Uğur Mumcu, Rabıta, s. 157 – 158, um:ag Yayınları). Bu cümlelerin Türkiye özelinde halen geçerliliği koruyor olduğunu bilmek ve düşünmek ise acı verici.

Toplumsal Bellek

Geçen yıllar içinde, yakınlarını siyasi fail meçhul cinayetlerde kaybetmiş aileler olarak dayanışma ağımızı güçlendirdik, bir platform kurduk, adını “Toplumsal Bellek” koyduk. Türkiye’de hiçbir zaman İtalya’daki gibi bir “temiz eller” operasyonu yaşanmadı. Türkiye’nin belleğindeki derin yaralar açıldığı gibi kaldı. Cinayetler cezasızlık sürecine girdi. Ne yazar Sabahattin Ali’nin (1949) cinayeti çözüldü ne İlhan Erdost’un (1980) ne Hrant Dink’in (2007) ne de Tahir Elçi’nin (2015). Siyasi cinayetler birbiri üzerine yığıldı ve yaşanan o acı dünler sorgulanmayan bugünleri yarattı. Bu sistematik cezasızlık sürecinin sadece Türkiye’de yaşandığını düşünürken burnumuzun dibinde yaşanan olayları da görmeye başladık. Sırbistan’da Milosevic döneminde öldürülen araştırmacı gazeteci Slavko Curujiva, Malta’da 2016 yılında evinin önünde öldürülen araştırmacı gazeteci Daphne Caruana Galizia, Slovak gazeteci Jan Kuciak cinayetleri, yakın coğrafyamızda da benzer bir yapının örneği olarak çıktılar. Önce gazeteciyi öldür, aileyi itibarsızlaştırmaya çalış sonra da cinayeti süregiden davalarla cezasızlık sürecine bırak.

Yine babamdan: “Bizler, bu gibi ilişkileri ortaya çıkardığımız, yolsuzlukları sergilediğimiz için başımıza gelmeyen dert kalmadı, hapis yattık, hücrelerde kaldık, bileklerimize kelepçeler takıldı, sırtımızda taş taşıdık; ama bunlar, devletin milyonları üzerinde imparatorluk kuranlar, aşçıları, bahçıvanları, hanları, hamamları ve milyonluk yalıları ile masal hayatı yaşayanlar, bizleri “vatan ve millet düşmanı” ilan ettiler. Ellerindeki gazeteleri kullanarak, bizleri sindirmeye ve korkutmaya çalıştılar. Bunları, vicdan sahibi insanların dikkatlerine sunuyorum.” (Uğur Mumcu, Terörsüz Özgürlük, s. 12, um:ag Yayınları).

Bu yazıyı, karlı bir Ocak akşamüstü yazıyorum. Bu yıl babamın cinayetinin 27. Yıldönümü. Babamın bedeninin düştüğü yer şu anda bir park, patlamanın tahrip ettiği duvarın üstüne ise bir anıt yapıldı. Bizler mumlar ve karanfillerle yine sokakta ve anıtı başında olacağız. Ben bu yıl babam için mumu yakarken, onun temsil ettiği değerlerin ölmediğini bir kere daha hatırlayacağım.

Cinayetler cezasızlık sürecine girse de, kişisel trajedimi bir yere bırakıp, ölümsüzleşen adını hatırlayacağım. Geniş “faili meçhul” ailemizde bir başka çocuğun daha yer almaması için ise hikayemi genç kuşaklara anlatmaya devam edeceğim.

Yazar: Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) Yönetim Kurulu üyesi Özge Mumcu Aybars

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

26. yılında Mumcu suikasti: Hala bilinmeyen azmettiriciler ve zayıflayan toplumsal hafıza

Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de yüzde 1’lik kesim servetin yüzde 40’ını alıyor

8 Mart Dünya Kadınlar Günü: Türkiye'de geçen yıl 403, son iki ayda 71 kadın cinayeti işlendi