EventsOlaylar
Loader

Find Us

InstagramFlipboardLinkedinTelegram
Apple storeGoogle Play store
REKLAM

Euroviews. AB’nin kuruluş felsefesi, Doğu Akdeniz’de yeni bir iş birliği modeline ilham olur mu?

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki faaliyetleri
Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki faaliyetleri © Milli Savunma Bakanlığı/Anadolu Ajansı
© Milli Savunma Bakanlığı/Anadolu Ajansı
By Mehmet Cem Demirci
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button
Yorum sayfamızda yayınlanan makaleler, euronews'in editoryal görüşünü yansıtmaz.

AB’nin kuruluş felsefesi, Doğu Akdeniz’de yeni bir iş birliği modeline ilham olur mu?

REKLAM

Doğu Akdeniz, Amerikan Jeolojik Araştırma Merkezi tarafından yayımlanan raporlara göre zengin doğalgaz ve petrol yataklarına sahip. Ancak Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlarının belirlenmesi ve bölgedeki doğalgazın Avrupa’ya taşınması konusunda Türkiye’yi dışarıda bırakacak Doğu Akdeniz Gaz Forumu gibi inisiyatiflerin geliştirilmesi Türkiye’yi oyuna dahil olmak için güç temelli politikalar izlemeye zorluyor. Kıbrıs sorununun henüz çözülmemiş olması da sorunu daha çetrefilli hale getiriyor.

Türkiye Doğu Akdeniz’de her geçen gün daha sert politikalar izlemek zorunda kalabilir

Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de elini güçlendiren ve Uluslararası Adalet Divanı tarafından verilen kararlar ile tescillenen adalar, anakaralar kadar MEB sahası olmamalı tezinin aksine, KKTC ile deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması imzalaması ve tüm haklılığını zorlama bir hukuki yorumla Libya Ulusal Mutabakat Hükumeti ile imzalanan bir anlaşmaya dayandırması, Türkiye’yi her geçen gün daha fazla sertleşmek zorunda kalacağı bir politika izlemeye zorluyor.

Peki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve Fransa’nın, sorunlar yerine iş birliği alanlarını ön plana çıkarma politikası çerçevesinde oluşturulan ve AB’nin kurulmasına ön ayak olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) modeli, ilişkilerin her geçen gün gerildiği Doğu Akdeniz için oluşturulacak yeni bir iş birliği mekanizmasına ilham olabilir mi?

Dünya tarihi, ulusal çıkarlar için önem arz eden jeopolitik alanların ve enerji kaynaklarının ele geçirilmesi uğruna yapılan savaşlarla dolu. Fransa ve Almanya arasında I. ve II. Dünya Savaşları süresince yaşanan kanlı muharebeler, bu tarz çıkar savaşları için verilebilecek en bariz örnekler arasında sayılabilir. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte savaşı kazanan Fransa’nın bile maruz kaldığı yıkımlar, kayıplar ve fakirlik, uzun yıllar boyunca birbirlerine zarar veren Fransa ve Almanya’nın politik liderlerini, çatışmacı stratejilerden uzaklaştırarak farklı bir model anlayışına itti.

Almanya ve Fransa iş birliği her ülkeye refah ve huzur getirdi

Fransa Dışişleri Bakanı Schuman’ın teklifi ile özellikle savaş endüstrisi ve ülke ekonomisi için büyük önem arz eden Ruhr ve Saar bölgelerindeki kömür ve çeliğin işletilmesi maksadıyla, 1949 yılında Avrupa Birliği’nin oluşumunda çekirdek rolü üslenen AKÇT kuruldu. Fransa ve Almanya, geçmişte yaşanan sorunları bir kenara bırakarak, kendi toplumlarının barış ve refahı için iş birliği mekanizmaları oluşturmayı tercih ettiler. Günümüzde bu iki ülkenin ulaştığı toplumsal refah düzeyleri göz önünde bulundurulduğunda, II. Dünya Savaşı sonrasında benimsenen iş birliği anlayışının olumlu sonuçları daha net bir şekilde görülebilir.

Güney Kıbrıs’ın yaptığı antlaşmalar Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ne göre sorunlu

Yaşanan son gelişmeler ışığında meseleye bakıldığında, Doğu Akdeniz sıcak çatışmalara neden olabilecek sorunları bünyesinde barındırıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin Mısır, Lübnan ve İsrail ile yapmış olduğu MEB sınırlandırma anlaşmaları Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 34. Maddesine göre sorunlu anlaşmalar olarak değerlendirilebilir. Zira, bu maddeye göre “Bir andlaşma, rızası olmadan üçüncü bir Devlet için ne hak ne de yükümlülük yaratır.” Başka bir ifadeyle, GKRY’nin, Mısır, Lübnan ve İsrail ile imzalamış olduğu anlaşmalar, üçüncü taraf olan KKTC ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de iddia ettikleri MEB’leri sınırlandırdığı ve bu iki devletin rızası alınmadığı için uluslararası hukuk açısından sorunlu olduğu gibi, uluslararası hukukta belirtilen iyi niyet (good faith) ilkesi ile de çelişiyor.

Kıyıdaş ülkeler arasındaki sorunlar ve derin görüş ayrılıkları, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ile kurulan mekanizmaların işletilmesini güçleştiriyor

Aralık 2019’da Türkiye, dış politikada her fırsatta vurguladığı uluslararası hukuk çerçevesinde hakkaniyete dayalı olarak bölge ülkeleri arasında yapılacak bir anlaşma ile deniz yetki alanlarının belirlenmesi politikasından radikal bir şekilde ayrılarak, BM tarafından tanınmasına rağmen 2017’de seçimlerin yenilenmemesinden dolayı meşruiyeti sorgulanan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile tek taraflı olarak deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzaladı. Bu anlaşmaya tepki olarak 16 Ocak 2020’de Kahire’de kurulan ve Türkiye ile KKTC’nin davet edilmediği Doğu Akdeniz Gaz Forumu, bölgede doğal kaynakların paylaşımı konusunda ortaya çıkan ayrışmayı göstermesi açısından çarpıcı bir örnek. Bölgede yaşanan kutuplaşma ve Doğu Akdeniz’in en uzun sahil şeridine sahip iki ülkesi olan Mısır ve Türkiye’nin Libya üzerinden rekabet içerisine girmesi, deniz yetki alanlarının belirlenmesi için başvurulabilecek BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) mekanizmaların kullanılmasını güçleştiriyor.

BMDHS, gönüllü ve zorunlu sorun çözme yöntemlerini birleştirerek, devletler arasında yaşanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ile ilgili sorunların çözümü için oldukça esnek bir yapı ortaya koyuyor. Sözleşme maddelerinin tüm devletler tarafından ortak bir anlayış ile yorumlanması için BMDHS kapsamında Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi kuruldu. BMDHS’nin 279. maddesi, öncelikli olarak taraf devletleri hakkaniyete dayalı bir çözüm için anlaşma konusunda teşvik ediyor. Yine aynı sözleşmenin 283. maddesine göre taraflar sorunların çözümü için bilgi alışverişinde bulunmalı. Ancak bu madde, uluslararası mahkemeler tarafından devletlere yüklenen bir sorumluluk olarak görülmüyor. Başka bir ifade ile, bilgi alışverişinde bulunmak devletlerin iradesine bağlı. BMDHS’nin 284. maddesi ise, diğer bir çözüm yolu olarak taraflara uzlaşma komisyonu yöntemini öneriyor. Tüm bu yöntemlerin başarısız olması halinde ise, taraflar çözüm için zorunlu yargı mekanizmalarına veya hakem heyetlerine başvurabiliyor. Türkiye zorunlu yargı yetkisi ve karasularının 12 deniz miline kadar ilan edilmesine izin vermesi nedeniyle, BMDHS’ne taraf değil ve Ege Denizinde Yunanistan ile yaşanan sorunlar nedeniyle de Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’nin zorunlu yargı yetkisini tanımıyor.

Sorunların çözümü için paradigma değişimi şart

Açıkça görüleceği üzere, Doğu Akdeniz’de her ülke kendi çıkarını dayatmaya çalıştıkça güç politikalarının devreye girmesi ve istenmeyen sıcak çatışmaların yaşanması kaçınılmaz. Bu koşullar altında herkesi memnun edecek bir çözüme ulaşılması mümkün görülmüyor. Bölgede sorunların çözülebilmesi için paradigma değişimine ihtiyaç var. Fransa ve Almanya’nın II. Dünya Savaşı sonrasında çelik ve kömürün işletmesi ile ilgili geliştirdiği modelin bir benzerinin kıyıdaş ülkeler tarafından Doğu Akdeniz havzası için uygulanması halinde, bölgede bulunan enerji kaynakları en düşük maliyet ile Türkiye üzerinden Avrupa ve dünya enerji piyasasına arz edilebilecek konuma gelecektir. Bu tarz bir çözüm; enerji güvenliğini 2010 stratejik konsepti ile gündemine alan NATO için olduğu kadar, doğal gaz tedariki konusunda kaynak çeşitliğine gitmek isteyen AB ve önemli bir doğalgaz tedarikçisi olan Türkiye için de en optimum seçenek olacaktır.

Yazar: Mehmet Cem Demirci - Deniz Güvenliği Uzmanı

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

AB seyahat listesini güncelledi; Türkiye'ye yönelik kısıtlama devam edecek

İnsan Hakları İzleme Örgütü Yöneticisi Ugarte: Fransa, Libya'da Mısır ve BAE'ye karşı sessiz

Avrupa Parlamentosu'ndan Türkiye raporu: AB üyeliği mevcut şartlarda başlayamaz