Newsletter Haber Bülteni Events Etkinlikler Podcasts Video Africanews
Loader
Bize Ulaşın
Reklam

Göç Avrupa’yı bölüyor: Aşırı sağ söylem, 'ana akım' oldu

İngiltere'de sığınmacı karşıtı protesto
İngiltere'de sığınmacı karşıtı protesto ©  Alberto Pezzali/Copyright 2025 The AP. All rights reserved
© Alberto Pezzali/Copyright 2025 The AP. All rights reserved
By Anil Can Tuncer & AP
Yayınlanma Tarihi Son güncelleme
Paylaş Yorumlar
Paylaş Close Button

Aşırı sağı yatıştırma çabaları, daha sert politikalara yol açıyor. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Michael O’Flaherty, 'Verilen her taviz, bir sonrakinin zeminini hazırlıyor. Bugün hedef göçmenler; peki yarın kim olacak?' uyarısında bulunuyor.

Avrupa’da sığınmacı meselesi, yalnızca bir politika başlığı olmaktan çıkıp siyasal kutuplaşmanın merkezine yerleşmiş durumda. Birçok ülkede sığınmacı karşıtı söylem sertleşirken, bir zamanlar aşırı sağa özgü kabul edilen ifadeler ve öneriler artık ana akım siyasetin parçası haline geliyor. Kitlesel sınır dışı çağrıları, 'ulusal kimlik' vurgusu ve açık biçimde ayrıştırıcı dil, seçim kampanyalarından parlamento tartışmalarına kadar geniş bir alanda normalleşiyor.

Bu sertleşme, göçün Avrupa genelinde siyasi gündemin üst sıralarına tırmanması ve sağ popülist partilerin kamuoyu yoklamalarında güç kazanmasıyla paralel ilerliyor. Reform UK, Almanya için Alternatif (AfD) ve Fransa’daki Ulusal Birlik (National Rally) gibi partiler, göçü doğrudan bir tehdit olarak tanımlayan politikalarıyla birçok ülkede ya birinci sırada ya da zirveye yakın konumda bulunuyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın son dönemde göçmenler hakkında kullandığı aşağılayıcı ifadeler ve ABD’nin yeni ulusal güvenlik stratejisinde Avrupa’nın göç nedeniyle 'ekonomik gerileme' ve 'medeniyetin silinmesi' riskiyle karşı karşıya gösterilmesi de Avrupa’daki sert göçmen karşıtı söylemleri cesaretlendiren bir unsur olarak değerlendiriliyor. Ayrıca belgede ABD politikasına yakın partilerin destekleneceği de vurgulanıyor.

Bu atmosferde, Avrupa’nın merkez partileri de giderek daha katı bir çizgiye kayıyor. Göç politikalarında sıkılaşma adımları atılırken, kullanılan dilin de zaman zaman aşırı sağın söylemiyle örtüştüğü görülüyor. Queen’s University Belfast’ta İngiliz tarihi üzerine çalışan akademisyen Kieran Connell, “Bir zamanlar aşırı sağın en uç noktasında görülen fikirler, artık siyasi tartışmanın merkezinde yer alıyor,” değerlendirmesinde bulunuyor.

İngiltere'de görünürleşen sertleşme

Bu eğilimin en net gözlemlendiği ülkelerden biri İngiltere. Son bir yıl içinde on binlerce sığınmacı karşıtı gösterici Londra sokaklarında 'onları evlerine gönderin' sloganlarıyla yürüdü. Bazı milletvekilleri medyada 'çok fazla beyaz olmayan yüz' gördüklerinden şikâyet ederken, üst düzey siyasetçiler uzun süredir ülkede yaşayan, yurtdışında doğmuş kişilerin sınırdışı edilmesini açıkça savundu.

Eylül ayında, aşırı sağcı aktivist ve dolandırıcılıktan hüküm giymiş Tommy Robinson’ın öncülüğünde düzenlenen bir yürüyüşte, 'ülkemizi geri istiyoruz' sloganları atan 100 binden fazla kişi Londra sokaklarına çıktı. Konuşmacılar arasında yer alan Fransız aşırı sağcı siyasetçi Eric Zemmour, Avrupa halklarının 'güneyden gelen ve Müslüman kültürlü halklar tarafından büyük ölçüde ikame edilmesi' tehdidiyle karşı karşıya olduğunu savundu. Bu aşırı sağ kesimlerde 'büyük ikame' olarak bilinen bir komplo teorisi.

King’s College London Kamu Politikaları Birimi Direktörü Bobby Duffy, ülkede 'ulusal bölünmüşlük ve gerileme hissinin ürkütücü biçimde arttığını' söylüyor. Duffy’ye göre bu duygu, 2008 küresel mali krizinden sonra kök saldı, Brexit tartışmalarıyla güçlendi ve COVID-19 pandemisi sırasında daha da derinleşti. Bu ortam, seçmenleri giderek daha uç siyasi pozisyonlara itiyor.

Sosyal medyanın, özellikle de X platformunun, bu kutuplaşmayı beslediği belirtiliyor. Bölücü içerikleri öne çıkaran algoritmalar ve platform sahibinin aşırı sağ paylaşımları desteklemesi, tansiyonu daha da yükseltiyor.

Aşırı sağın söylemi ana akıma taşınıyor

Avrupa genelinde etno-milliyetçi söylem, AfD, Ulusal Birlik ve Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın Fidesz Partisi gibi siyasi hareketler tarafından uzun süredir sistemli biçimde kullanılıyor. Ancak bu söylemin artık yalnızca aşırı sağla sınırlı kalmadığına dikkat çekiliyor.

Trump yönetiminin Avrupa’yı göç nedeniyle 'medeniyet kaybı' tehdidi altında gösteren yaklaşımı, kıtadaki sağ partilerin yıllardır dile getirdiği argümanlarla büyük ölçüde örtüşüyor. Fransa’da Ulusal Birlik lideri Jordan Bardella, BBC’ye yaptığı açıklamada kitlesel göçün Avrupa ülkelerinin dengesini sarstığı yönündeki görüşlere büyük ölçüde katıldığını söyledi.

Irkçı söylem ve nefret suçlarında artış

Diğer yandan bir zamanlar marjinal kabul edilen politikalar artık açık biçimde tartışılıyor. Reform UK, iktidara gelmesi hâlinde onlarca yıldır İngiltere'de yaşayan göçmenlerin dahi kalıcı oturum haklarını iptal etmeyi savunuyor. Muhafazakâr Parti ise suç işleyen çifte vatandaşların sınırdışı edilmesini gündeme taşıyor.

Bu sertleşen dil, sahaya da yansıyor. İngiltere ve Galler’de polis kayıtlarına göre Mart 2025’te sona eren bir yıllık dönemde 115 binden fazla nefret suçu işlendi; bu, bir önceki yıla kıyasla yüzde 2 artış anlamına geliyor. Siyah İngiliz milletvekili Dawn Butler, kendisine yönelik çevrimiçi saldırıların 'ölüm tehditlerine varacak ölçüde arttığını' söylüyor.

Benzer protestolar ve şiddet olayları İrlanda ve Hollanda’da da görülüyor. Yeni sığınmacı merkezlerine karşı düzenlenen gösterilerde zaman zaman polisle çatışmalar yaşanıyor. Protestoların hedefinde genellikle sığınmacıların kaldığı oteller ve konutlar yer alıyor; ancak uzmanlara göre bu eylemler, göç meselesinin çok ötesine geçen ideolojik bir gündemi yansıtıyor.

Merkez siyasetin ikilemi

Ana akım partiler aşırı sağın komplo teorilerini resmen reddetse de, göç politikalarında daha sert adımlar atıyor. İngiliz İşçi Partisi hükümeti, ırkçılığı kınadığını vurgularken, göçmenlerin kalıcı olarak yerleşmesini zorlaştıran düzenlemeler açıklıyor. Danimarka modeli örnek gösteriliyor; bu ülkede sığınmacılara yalnızca geçici oturum verilmesi başvuruların ciddi biçimde azalmasına yol açtı.

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, mayıs ayında ülkenin 'yabancılar adasına' dönüşme riski taşıdığını söylemiş, bu ifade 1968’de aşırı sağcı Enoch Powell'ın ünlü göç karşıtı konuşmasını çağrıştırdığı için tepki çekmişti. Starmer daha sonra bu çağrışımın farkında olmadığını ve ifadeden pişmanlık duyduğunu söyledi.

Almanya’da merkez sağ Başbakan Friedrich Merz de AfD’nin güç kazanmasıyla birlikte göç konusundaki dilini sertleştirdi. Ekim ayında Almanya’nın 'şehir görünümü' ile ilgili bir sorun yaşadığını söylemesi, bazı kesimlerce 'Alman gibi görünmeyenlerin bu ülkeye ait olmadığı' iması olarak yorumlandı. Merz daha sonra geri adım atarak özellikle sağlık sektörü başta olmak üzere birçok alanın göç olmadan ayakta kalamayacağını vurguladı.

Ancak insan hakları savunucuları bu yaklaşımın aşırı sağı yatıştırmadığını, aksine talepleri daha da ileri taşıdığını savunuyor. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Michael O’Flaherty, “Verilen her taviz, bir sonrakinin zeminini hazırlıyor. Bugün hedef göçmenler; peki yarın kim olacak?” uyarısında bulunuyor.

Erişilebilirlik kısayollarına git
Paylaş Yorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Belçika’da Trump'ın adını taşıyan yeni aşırı sağ parti kuruldu

Almanya'da 'ölüm listesi' yayınlayan aşırı sağcı gözaltına alındı

Almanya'da aşırı sağcı AfD'ye casusluk suçlaması: Bilgileri Putin'e mi veriyor?