Formula 1 dünyasını sinema perdesine taşımayı amaçlayan yapım, etkileyici anlar sunsa da gerçek bir dramatik derinlikten uzak.
Apple’ın yapımcılığını üstlendiği ve Lewis Hamilton’ın imzasını taşıyan yeni spor filmi 'F1 The Movie,' klasik bir anlatıyı Formula 1’in yüksek tempolu dünyasına taşıyor. Filmde, daha önce parlak günler yaşamış ama artık köşesine çekilmiş yetenekli bir pilot, son bir sürüş için emeklilikten çıkarılıyor. Yol arkadaşlığı yapacağı kişi ise deneyimsiz, ukala bir genç yetenek. İkili arasındaki başlangıçta mesafeli ilişki zamanla karşılıklı saygıya dönüşüyor. Emektar pilot, yolculuğun sonunda sadece direksiyon başında değil, duygusal olarak da dönüşüyor.
Brad Pitt’in başrolünde yer aldığı yapım, izleyiciye nostaljik ve stilize bir yarış atmosferi sunmayı amaçlıyor. Film, yüksek bütçesi ve göz alıcı görselleriyle dikkat çekerken, içerdiği yoğun ürün yerleştirmeleri ve klişelere yaslanan senaryosuyla eleştirilerin hedefi olabilir.
Netflix’in 'Drive to Survive' belgeselinin küresel başarısının ardından gelen bu yapım, F1 markasını beyaz perdeye taşıyan ilk büyük bütçeli sinema filmi olma özelliğini taşıyor. Ancak 300 milyon dolarlık bütçesine rağmen, senaryo açısından derinlikli karakterler ve özgün bir hikaye sunmakta zorlandığı da söylenebilir.
'F1 The Movie,' otomobil tutkunları ve aksiyon severler için görsel bir şölen sunsa da, duygusal bağ kurmak isteyen izleyiciler için boş viteslerde gezinen bir deneyim olabilir.
Filmde, Brad Pitt’in canlandırdığı emektar sürücü Sonny Hayes’in, eski takım arkadaşı Ruben Cervantes (Javier Bardem) tarafından, zor durumdaki APXGP takımını hissedarların elinden kurtarmak amacıyla yeniden pistlere dönmeye ikna edilmesi anlatılıyor. Bu dönüş, hem Hayes’in kişisel yolculuğunu hem de takımın kaderini belirleyecek büyük bir mücadeleye dönüşüyor.
Hayes’in yolculuğunda ona, potansiyeli yüksek ama tecrübesiz genç sürücü Joshua Pearce (Damon Idris) ve takımın yetersiz performans gösteren aracını rekabetçi bir makineye dönüştürmekle görevli teknik direktör Kate McKenna (Kerry Condon) eşlik ediyor. Condon, filmdeki performansıyla dikkat çekiyor.
Filmin romantik çizgisi de ihmal edilmiyor; Hayes’in yaşına uygun bir aşk ilgisi hikayeye dahil ediliyor. Ancak asıl odak, APXGP takımının dokuz yarış boyunca toparlanma çabası ve Formula 1’in büyüsünü izleyiciye yeniden hatırlatma isteği. Tüm yolculuk, Abu Dabi Grand Prix’sinde zirveye ulaşacak şekilde kurgulanmış.
Yönetmen Joseph Kosinski, görüntü yönetmeni Claudio Miranda ve senarist Ehren Kruger, 'Top Gun: Maverick’ten sonra 'F1 The Movie' için yeniden bir araya geliyor. Ancak bu kez başrolde Tom Cruise değil, Brad Pitt yer alıyor.
Kosinski ve Miranda ikilisi, hava yerine asfalt üzerinde aynı görsel dinamizmi yaratmayı başarıyor. Gerçek F1 pistlerinde, organizatörlerin tam desteğiyle gerçekleştirilen çekimler ve araçlara yerleştirilen yeni nesil, daha küçük IMAX kameralar sayesinde seyirci, yarış deneyimine şimdiye kadarki en yakın noktadan tanıklık ediyor. Filmde Max Verstappen ve Lewis Hamilton gibi gerçek Formula 1 pilotlarının kısa görünümleri de dikkat çekiyor.
Ancak filmin en zayıf halkası, Ehren Kruger imzalı senaryosu. Klasikleşmiş ifadeler ve yüzeysel diyaloglarla dolu olan senaryo, karakterlerin derinliğini törpülüyor. “Eskiden olduğum kadar kötüyüm” veya “Araba bizde mi? / SÜRÜCÜ bizde!” gibi replikler, filmin dramatik gücünü zedeliyor. Yarış sahnelerinde dış sesle sunulan tembel yorumlar da (“Olmak istediği yer burası değil – sonuncu”) bu etkiyi pekiştiriyor.
Kruger’ın geçmiş işleri düşünüldüğünde –Scream 3, Transformers: Revenge of the Fallen, Age of Extinction, Ghost in the Shell’in canlı aksiyon uyarlaması– bu senaryo sürpriz sayılmayabilir. Yine de 'F1 The Movie,' görsel gücüyle öne çıkan bir yapım olarak, türün meraklıları için izlemeye değer bir deneyim sunuyor.
Tüm eleştirilerine rağmen 'F1 The Movie,' sinema salonunda vakit geçirmek için fena bir tercih sayılmaz. Kalıplaşmış olay örgüsü ve yer yer yoğun ürün yerleştirmelerle bir halkla ilişkiler kampanyasını andıran yapısına rağmen, film bazı anlarında kendi ritmini yakalıyor.
Kerry Condon, performansıyla öne çıkıyor. Her zamanki gibi etkileyici bir iş çıkaran Hans Zimmer’in müzikleri, Queen ve Led Zeppelin gibi klasik rock devlerinin parçalarıyla birleşiyor. Bu nostaljik tercihler, RAYE, Tate McRae ve Doja Cat gibi güncel isimlerin pop parçalarıyla dengeli bir şekilde harmanlanıyor. Yarış sahneleri ise, teknik açıdan tatmin edici bir tempoda ilerliyor ve izleyiciye yüksek oktanlı bir deneyim sunuyor.
Yine de film, klişelerden uzak durmak ve kurumsal tanıtım havasını kırmak için biraz daha özenli yazım ve yaratıcı cesaret gerektiriyordu. Belki o zaman, “pedal gerçekten metale vurulmuş” olabilirdi.
'F1 The Movie' şimdi sinemalarda.