Newsletter Haber Bülteni Events Etkinlikler Podcasts Video Africanews
Loader
Bize Ulaşın
Reklam

Evrimsel biyolog anlattı: Kolomb'un Avrupa'ya getirdiği en yıkıcı hastalık

Kristof Kolomb'un yeni dünyaya gelişi.
Kristof Kolomb'un yeni dünyaya gelişi. ©  L. Prang & Co., Boston / Wikimedia Commons
© L. Prang & Co., Boston / Wikimedia Commons
By Cagla Uren
Yayınlanma Tarihi
Paylaş Yorumlar
Paylaş Close Button

Frengi ilk kez 1495’te, Napoli kuşatması sırasında Avrupa’da ortaya çıktı. O dönem askerler, ağrılı yaralar, irinli ülserler ve derin doku bozulmalarıyla baş gösteren, birkaç ay içinde ölümcül hale gelen gizemli bir hastalığa yakalanmaya başladı.

1492’de Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaşması yalnızca yeni toprakların keşfi anlamına gelmiyordu.

Tarihçiler bu olayı, bitkilerin, hayvanların, insanların ve hastalıkların karşılıklı taşındığı büyük biyolojik değişim süreci olarak tanımlıyor: Kolomb Takası (Columbian Exchange).

Çoğu kişi bu dönemi, çiçek hastalığı, kızamık ve veba gibi Amerika yerlilerini yok eden salgınlarla hatırlıyor. Ancak bu takas tek yönlü değildi. Amerika’dan Avrupa’ya da bazı mikroorganizmalar taşındı ve bunlardan biri, frengi (sifiliz) adlı cinsel yolla bulaşan hastalığın kıtada yayılmasına yol açtı.

Amerikalı evrimsel biyolog Scott Travers, Forbes'ta kaleme aldığı yazıda frenginin kökenini anlattı.

Frengi’nin gizemli başlangıcı

Frengi ilk kez 1495’te, Napoli kuşatması sırasında Avrupa’da ortaya çıktı. O dönem askerler, ağrılı yaralar, irinli ülserler ve derin doku bozulmalarıyla baş gösteren, birkaç ay içinde ölümcül hale gelen gizemli bir hastalığa yakalanmaya başladı. Hastalık kısa sürede tüm kıtaya yayıldı.

Travers'a göre yüzyıllardır bilim insanları hastalığın kökeni hakkında iki teori arasında tartışıyor:

  • Kolomb Hipotezi: Frengi’nin Amerika’da ortaya çıktığını ve Kolomb’un 1493’te dönen mürettebatı tarafından Avrupa’ya taşındığını savunuyor.
  • Ön Kolomb Hipotezi: Hastalığın zaten Eski Dünya’da var olduğunu, ancak daha hafif bir biçimde seyrettiğini; çevresel ya da genetik değişimlerle ölümcül hale geldiğini öne sürüyor.

Travers, "Günümüzde yapılan biyolojik ve paleopatolojik araştırmalar, Kolomb Hipotezi’ni destekliyor. Amerika kıtasındaki 1492 öncesine ait yerli iskeletlerinde, frengiyle ilişkili kemik lezyonlarına sıkça rastlanıyor. Buna karşılık, aynı döneme ait Avrupa kalıntılarında benzer bulgular bulunmuyor," diyor.

Yeni bir patojen, savunmasız bir kıta

Frengiye neden olan bakteri Treponema pallidum, mikroskop altında sürekli titreşen ince bir tel gibi görünüyor ve bu yapısı sayesinde insan dokularına kolayca girip ilerleyebiliyor. Vücuda girdikten sonra yıllarca gizli kalabiliyor ve bağışıklık sisteminden kaçarak yeniden aktif hale gelebiliyor.

Hipoteze göre Kolomb’un mürettebatı bu bakteriyi Avrupa’ya taşıdığında, nüfusun bağışıklık sistemi bu hastalığa tamamen yabancıydı.

Kalabalık şehirler, ordular ve genelevler, hastalığın hızla yayılması için ideal ortamı yarattı.

15. yüzyıl sonlarında Avrupa’da yaşanan İtalyan Savaşları sırasında orduların kıta genelinde hareket etmesi, frenginin Napoli’den Fransa’ya, Almanya’ya ve ötesine taşınmasına yol açtı.

Evrimsel gelişimi

Tarihi kayıtlara göre ilk frengi dalgası bugünkünden çok daha ölümcüldü. Enfeksiyon haftalar içinde öldürüyor, vücut dokularını çürütüyordu. Ancak zamanla bakteri daha yavaş ilerleyen, kronik bir forma evrildi.

Bilim insanlarına göre bu değişim, doğanın kendi mantığıyla açıklanabilir: İnsan çok hızlı ölürse, patojenin yayılma şansı azalır. Bu nedenle evrim, daha hafif ama uzun süren enfeksiyonları seçiyor.

Bugünkü frenginin ilk evresinde, bakteri vücuda girdikten sonra birkaç hafta içinde genellikle tek bir ağrısız yara (şankr) ortaya çıkıyor. Bu yara çoğu zaman genital bölgede, anüste ya da ağızda görülüyor ve fark edilmeden iyileşebiliyor. Ancak yara kaybolsa bile, bakteri vücutta kalmaya devam ediyor.

İkinci evrede hastalık tüm vücuda yayılıyor. Bu dönemde deri döküntüleri, özellikle avuç içlerinde ve ayak tabanlarında lekeler, hafif ateş, boğaz ağrısı, yorgunluk, baş ağrısı, kas ve eklem ağrıları gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Bazı kişilerde lenf bezlerinde şişme, saç dökülmesi ya da mukozalarda yara benzeri lezyonlar da görülebilir.

Bu belirtiler zamanla kendiliğinden kaybolabilir, ancak hastalık “gizli evre”ye girerek yıllarca sessiz kalabilir. Vücutta hiçbir belirti olmasa da bakteri organlarda çoğalmayı sürdürür. Tedavi edilmezse frengi, üçüncü evre olarak bilinen geç döneme ilerleyebilir; bu aşamada kalp, damarlar, beyin, omurilik, göz ve kemikler zarar görür. Sonuçta felç, körlük, bunama, kalp yetmezliği veya ölüm gibi ciddi komplikasyonlar gelişebilir.

Dünya çapında yankılar

Travers'a göre 1500’lerin başında frengi, Avrupa’dan Afrika ve Asya’ya, oradan da yeniden Amerika’ya yayıldı. Yani hastalık, doğduğu topraklara daha ölümcül bir biçimde geri döndü. Küresel ticaret ağları sayesinde mikrop, insanlarla birlikte tüm dünyaya taşındı.

Bilim insanı, "Penisilinin 20. yüzyılda keşfine kadar frengi, insanlığın en yıkıcı hastalıklarından biri olarak sayısız insanın ölümüne, körlüğe, düşüklere ve doğuştan sakatlıklara neden oldu. Hastalık, Elizabeth döneminin şiirlerinden özel frengi hastanelerinin kurulmasına kadar birçok alanda iz bıraktı," diyor.

Bugün bile Dünya Sağlık Örgütü, her yıl 7 milyondan fazla yeni frengi vakası tespit edildiğini bildiriyor. Hastalığa yol açan bakteri laboratuvarda henüz tam olarak üretilemediği için, biyolojisinin birçok yönü hâlâ gizemini koruyor.

"Frengi’nin hikâyesi, insanların hareket ettiği her yerde mikropların da onlarla birlikte hareket ettiğini hatırlatıyor," diyen bilim insanı, şöyle ekliyor:

"Kolomb Takası sadece kıtaları değil, tüm ekosistemleri altüst etti. Bitkiler, hayvanlar ve mikroorganizmalar yeni çevrelere sürüklendi. Kimisi yok oldu, kimisi uyum sağladı. Frengi’nin etkeni T. pallidum içinse bu süreç, tam anlamıyla evrimsel bir piyangoydu: yeni bir kıta, savunmasız bir nüfus ve sonsuza dek sürebilecek bir bulaşma yolu."

Erişilebilirlik kısayollarına git
Paylaş Yorumlar