Yerel uzmanlar, Valensiya'nın tarihi sel felaketinin yol açtığı çevresel yıkımı değerlendiriyor.
İspanya'nın en önemli ekosistemlerinden biri olan Albufera Ulusal Parkı, Valensiya'daki trajik sel felaketinin büyük kurbanlarından biri oldu.
Sel felaketinin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen, geniş bir tatlı su lagünü, kum tepeleri ve plajlardan oluşan Albufera'nın büyük kısmı hasar gördü. Bazı bölgeler ise hala su altında.
Milli parkın tatlı su lagünü İspanya'nın en büyük lagünü ve 2.800 hektardan fazla bir alana yayılıyor. Bataklıklar ve çeltik tarlaları ile çevrili olan lagün 300 kadar farklı kuş türüne barınak sağlıyor.
Milyonlarca kilo atık gerçekten de bu sulak alana karıştı ve cesetler bulundu.
Kayıp insanları bulmak için, özellikle de hala enkazla dolu olan sahillerde aramalar devam ediyor.
Pirinç çiftçilerinin geçim kaynakları mahvoldu
Paiporta kasabasını boydan boya geçen ve sellerin harap ettiği Poyo Vadisi denize değil, parka akıyor. Sel, Paiporta'nın atıklarının çoğunu Albufera'ya sürükledi.
Biyolog ve Albufera sakini Javier Jimenez Romo, "Parkın kuzeyinde çok fazla çöp var, sadece plastikler değil, aynı zamanda çok sayıda ilaç, yakıt, yağ ve endüstriyel faaliyetlerden kaynaklanan diğer şeyler de mevcut," dedi.
"Artık pirinç yetiştirdiğimiz topraklara karışan çok sayıda tehlikeli madde ve sıvı var."
Bu pirinç tarlalarında genellikle bölgenin en değerli sulu ürünü olan ünlü 'Arroz de Valencia' üretiliyor.
Albufera Doğal Parkı Yönetim Kurulu Başkanı ve Valensiya Politeknik Üniversitesi'nde araştırmacı olan Carles Sanchis Ibor, "Doğal parkta yaklaşık 5.000 tarımsal işletmemiz var. Özellikle kuzeyde olmak üzere pirinç alanının yaklaşık yarısının etkilendiğini hesapladım," dedi.
Albufera'da bazı yollar ve pirinç tarlaları halen sular altında.
Ibor, "Buradaki kesin etkiyi belirlemek için muhtemelen çok erken ancak sellerden etkilenen önemli sulama, yollar ve altyapı olduğunu biliyoruz," diye ekledi.
Teknisyenler, şu anda tüm hasarı değerlendiriyor, özellikle sulama sistemini etkileyebilecek ve acilen onarılması gereken kırık boruları kontrol ediyor.
Albufera insanlar ve vahşi yaşam için eşit derecede önemli
Park, Uluslararası Öneme Sahip Ramsar Sulak Alanı olarak kabul ediliyor ve 1994 yılından bu yana Özel Koruma Alanı (ZEPA).
Romo, "Bu tür bir ekosistem sadece doğa, kuşlar ve hayvanlar için güzel değil... Bize ekosistem hizmetleri de sunuyorlar," dedi.
Parkı her yıl binlerce kişi ziyaret ediyor.
Turistler için tekne turları düzenleyen Pacino, teknesini temizlerken endişelerini paylaşıyor:
"Bu sefer kurtulduk ama gelecekte ne olacak? Dünyanın dört bir yanındaki insanlar şu anda bölgemizle ilgili nasıl bir imaj görüyor? Umarım buraya gelmeye devam ederler."
Albufera'nın sulak alanları sellere karşı savunma görevi mi gördü?
Su tutma kapasiteleri nedeniyle sulak alan ortamları doğal bir rezervuar görevi görür ve sellerin şiddetini azaltma potansiyeline sahiptir.
Yine de bu son sel felaketi, parkın şimdiye kadar yaşadığı en kötülerinden biri. 1992 yılında güneyde daha az yoğunluk ve hasarla başka seller de meydana gelmişti.
"Bu tür sulak alanlar için sellerin doğal rejimlerinin bir parçası olduğunu dikkate almalıyız," diyen Ibor, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sellerin etkisini absorbe etmede önemli bir role sahiptirler."
Romo, Valensiya'da yaşanan son trajik olayla birlikte, "Tüm bu su, önce çok sayıda insanın bulunduğu kentsel alanlardan geçti, sonra sanayi bölgesini geçti ve en sonunda denizin hemen yanında bulunan bu kıyı sulak alanına ulaştı," dedi.
"Bu sulak alan sayesinde paella'nın memleketi El Saler kurtuldu."
Albufera Parkı iklim değişikliğine karşı giderek daha savunmasız hale geliyor
İspanya iklim değişikliğine karşı çok hassas bir ülke ve Albufera Parkı, eşsiz doğası nedeniyle belki de daha bile hassas.
Ibor, "Bu olaydan önce de iklim değişikliğiyle ilgili bazı sorunlarımız vardı," diye ekledi.
"Sulama sistemine su sağlayan ana nehirlerin su toplama alanlarında yağışların azaldığını gözlemledik."
"Bu durum parka su girişini azaltıyor ve tarım için insan tüketimiyle birlikte su için daha fazla rekabet söz konusu oluyor," diye açıkladı.
Sıcaklıklardaki artış, parkın 'ötrofikasyon' ile mücadelesini de zorlaştırdı. Bu, çok fazla nitratın neden olduğu alg gibi bitkilerin aşırı büyümesinin diğer bitki ve hayvan yaşamını boğması anlamına geliyor.
Bu durum, pirinç üretimine zararlı bitkilerin gelişmesine yol açabilir.
Yükselen deniz seviyesi de kıyı bölgesini etkileyerek ekosistemin tuzluluk oranını arttırdı.
"Her üç yılda bir deniz bir santimetre yükseliyor," diyor Ibor. "Yani 30 yıl içinde 10 cm yükselmiş olacak. Lagün ile denizin ortalama seviyesi arasında sadece 18 cm fark olan bir sistem için bu çok fazla."
Kentleşme ve yetkililerin risk yönetimiyle ilgili soruların ötesinde uzmanlar, bu yılın başlarında insan kaynaklı yangınlardan da etkilenen parkın korunması için daha fazla önlem alınması gerektiği konusunda hemfikir.
Romo, "Bu koruma alanını yönetmek için zaten yapı ve kaynak eksikliği mevcut," dedi.
"Şimdi, tüm bu felaketten sonra, sadece sulak alanı eski haline getirmek için değil, aynı zamanda kuşları, hayvanları ve (parkın) çevresinde yaşayanları koruyan uzun vadeli bir plan uygulamak için tüm önlemleri ve kaynakları uygulamaya koyacağımızı umuyorum," diye ekledi.
Ibor, uygulamaların değişmesinin tek yolunun bir adaptasyon stratejisi oluşturmak olduğunu düşünüyor: "DANA gibi yeni olaylardan korkuyoruz. Bilim adamlarının söylediği gibi, (sellerin) şiddeti artacak ama aynı zamanda tekrarlanma sıklığı da artacak. İnsanlar tuzluluğa daha uyumlu bir pirinç çeşidini araştırmaya başlıyor. Gerçekten uyum sağlamamız gerekiyor."
DANA terimi, "Depresión Aislada en Niveles Altos” ifadesinin kısaltması. Bu meteorolojik fenomen, atmosferin üst tabakalarındaki soğuk havanın, hızlı bir şekilde yükselen Akdeniz kaynaklı sıcak ve nemli hava ile çarpışması sonucu oluşuyor. Bu durum, aşırı yağışlara ve şiddetli fırtınalara yol açabiliyor.