Serinin hayranlarına kuşaklar arası bir dokunuşla seslenen 'Son Durak' serisinin son filmi, sadece eğlenmek isteyen cesur izleyicilere hitap ediyor ve seride hâlâ bolca yaşam enerjisi olduğunu kanıtlıyor.
Bir "Son Durak" filminden sonra eve yürürken insanların içinde tedirginlik olabilir. Sokakta savrulmuş o sivri bira kutusu, ani bir rüzgârla boynumuza saplanacak mı? İlerideki inşaat işçisi neden elinde elektrikli bir alet taşıyor?!
Aslında "Son Durak"ın çıkış noktası, Jeffrey Reddick’in "The X-Files" için kaleme aldığı bir hikâye taslağıydı. İlhamını ise annesinin bir önsezisi sayesinde uçaktan inmeyi başaran bir kadına dair okuduğu bir haberden almıştı. Her film, ölümün sinsice attığı zarları atlatmaya çalışan bir grup genç etrafında şekilleniyor. Öngörülebilir, yer yer aptalca ve 2000’lerin gençlik korkularına has bir estetiğe sahip olsa da, seri her zaman işe yarayan paranoyak formülüyle başarıya ulaştı: Görünüşte sıradan olan her şeyi ölümcül birer absürtlüğe dönüştürmek.
2011 yapımı "Son Durak 5" bizi ilk filme geri götürmüştü. Yeni filmde ise yönetmen ikilisi Zach Lipovsky ve Adam Stein seriyi her şeyin başladığı noktaya taşıyor.
Hikâye 1968 yılında başlıyor. Hamile Iris Campbell (Brec Bassinger) ile ortağı Paul (Max Lloyd-Jones), yeni açılmış Skyview Restaurant’a geliyor. Mekân, dev bir Tam Tam taburesi üzerine oturtulmuş UFO’yu andıran, uzay çağına özgü bir gökdelenin tepesinde yer alıyor.
Asla kurnazlık yapmayan ölüm, pencereler titremeye, cam zeminler çatlamaya başladığında ve çekilmez küçük bir çocuk çatıdan bozuk para fırlattığında planını hızla devreye sokar. Sonuç: Iris dahil herkesin korkunç şekillerde can verdiği, alevler içinde bir katliam.
Ancak serinin alışıldık açılış vizyonlarından farklı olarak, 2025 yılına uyandığımızda hikâye bambaşka bir yerde gelişiyor. Stefani (Kaitlyn Santa Juana), uzaklaştığı büyükannesi (Gabrielle Rose) hakkında tekrarlayan kabuslar gören bir üniversite öğrencisidir. Ormanın içindeki ıssız bir dağ evinde Iris’in izini sürdüğünde, gördüklerinin yalnızca geçmişin yankıları olmadığını; aynı zamanda, tüm soyları tükenene kadar peşlerini bırakmayacak bir aile lanetinin işareti olduğunu keşfeder.
Travmaların nesilden nesile aktarıldığı bir çağda, şu soruyu sormamak elde değil: Acaba bu önseziler hep, kendi kendini gerçekleştiren yıkım döngülerimizin metaforu muydu? Ama fazla derin düşünmeyin — filmin bizden istediği tek şey, kafaların paramparça olmasına alkış tutmamız ve iyi vakit geçirmemiz.
Gerçekten de Lipovsky ve Stein, serinin geçmişine selam veriyor. Bu film, "Son Durak" evreninin şimdiye kadarki en öz-farkındalıklı halkası olabilir. Merkezinde yine “ölümün yeni bir oyun kurduğu” yaratıcı tuzaklar var.
Filmin asıl gücü, dönemsel önsezisini serinin mitolojisini genişleten bir yapboz parçasına dönüştürmesinde yatıyor. Iris, o uğursuz gün Skyview Restaurant’taki herkesi kurtardığında, farkında olmadan ölüm için devasa bir bekleme listesi oluşturmuştu.
Ayrıca, vefat eden Tony Todd’un son rolünde muhteşem bir tonlamayla canlandırdığı cenaze levazımatçısı William Bludworth’a uzun zamandır beklenen anlamlı bir bağlam kazandırılıyor. Stefani’nin ailesine, hayatta kalmak için ya bir başkasının canını almak ya da ölüp dirilmekten başka seçeneklerinin olmadığını açıkladıktan sonra: “Eğer ölümle uğraşır ve kaybederseniz, işler çok karışabilir,” diyor.
Ancak filmin cesur fikirleri, aynı zamanda onun zayıf noktası oluyor. Olay örgüsü her şeyi sığdırmak için o kadar aceleci bir hızda ilerliyor ki, açılış sahnesi çabucak karmaşık saçmalıklara ve aceleye getirilmiş açıklamalara dönüşüyor.
Üçüncü perdeye gelindiğinde ise ölüm, ilhamını yitirmiş gibi hissettiriyor. Bilgisayar tabanlı görüntü ile yaratılan ölümler ise ne yazık ki gerçek anlamda tatmin edici bir sonuç vermeden art arda sıralanıyor.
Öte yandan serinin gücü her zaman ölüm oyununun yaratıcılığına dayandırıldı ve final filmi bu açıdan büyük oranda başarılı.
Film, en komik anlarından bazılarını kuzenler Bobby (Owen Joyner) ve Erik (Richard Harmon) karakterleriyle destekliyor. Mesela, Bobby’nin “bana kediciklerini göster” yazılı kupadan yudumlaması unutulmaz. Mikro kaplumbağa Paco ve onun mükemmel ananas yeme sahnesi de mutlaka bahsedilmeli.