Film, son yıllardaki karmaşayı bir kenara bırakarak, köklerine sadık ve yüzyıl ortası hayalperestliğinden beslenen bağımsız bir alternatif evren sunuyor.
Sinemaseverler için Marvel’in modern saltanatı Iron Man ile başlamış olabilir, ancak çizgi roman tutkunları için her şeyin başlangıcı daima 'Fantastik Dörtlü' oldu.
Jack Kirby ve Stan Lee'nin, kozmik güçlerle donanmış astronotlardan oluşan bir aileyi anlattığı bu seri, 1961 yılında yayımlandığında süper kahramanların yalnızca tanrısal figürler değil, aynı zamanda ilişki kurulabilir, kusurlu insanlar olabileceğine dair cesur ve devrim niteliğinde bir vizyonun kapılarını araladı.
Elbette Reed Richards sakız gibi uzayabiliyor, Johnny Storm alevler içinde patlayabiliyordu; ama aynı zamanda sıradan insanlar gibi tartışıyor, bağ kuruyor ve kendi güvensizlikleriyle baş ediyorlardı. Stan Lee’nin kendi sözleriyle: “Marvel her zaman penceremizin hemen dışındaki dünyanın bir yansıması olmuştur ve olmaya da devam edecektir.”
Ancak yıllar içinde Marvel Sinematik Evreni (MCU) genişledikçe ve adeta Galactus boyutlarına ulaştıkça, bu yansımalar giderek CGI molozları arasında kayboldu: Karmakarışık mitolojiler, yüzeyde parlayan gösteriler ve seyirci yorgunluğunun ötesine geçemeyen, duygusal risklerden yoksun bir evren...
Marvel’in ilk ailesinin dönüşünü konu alan 'İlk Adımlar,' son yıllardaki karmaşayı bir kenara bırakarak, köklerine sadık ve yüzyıl ortası hayalperestliğinden beslenen bağımsız bir alternatif evren sunuyor. Film, şapşal kökenlerini kucaklayan rahat bir çizgi film vizyonuyla öne çıkıyor.
Kozmik bir fırtınanın Reed Richards (Pedro Pascal), Susan Storm (Vanessa Kirby), Johnny Storm (Joseph Quinn) ve Ben Grimm'i (Ebon Moss-Bachrach) dönüştürmesinden dört yıl sonra, aile ünlü liderler ve bilimsel öncüler haline geldi ve küresel sorunlara yardım etmek için Gelecek Vakfı düşünce kuruluşunu yönetiyor.
Reed, Bill Nye'dan esinlendiği 'Bay Fantastik ile Fantastik Bilim' adlı TV programını sunmadığı zamanlarda, yumurtaları ışınlamakla ya da karmaşık algoritmalarla kaplı kara tahtalara dikkatle bakmakla meşguldür. Ancak soğukkanlı tavrının altında, Sue ona hamile olduğunu söyledikten sonra ortaya çıkan kemirici bir endişe vardır.
Ya bebek kozmik olarak tehlikeye girerse? Ya her şeye gücü yeten bir uzay tanrısına dönüşürse?! Robot yardımcıları H.E.R.B.I.E. Baxter Binası'nı manik bir şekilde bebek korumasına alırken Reed, "Korkunç şeyler olmasın diye korkunç şeyler düşünmek benim işim" diyor.
Endişelendiğiniz şeyler asla sonunda gerçekleşmez derler - ve gerçekten de ufukta çok daha kötü bir şey vardır: Gümüş Sörfçü (Julia Garner). Alevli fırtına bulutlarından inen meşhur anti-kahraman, içinde bulundukları alternatif evren olan Dünya-828'in "artık ölüm için işaretlendiği" uyarısında bulunuyor. Gezegenlerin tadına bakan devasa miğfer kafalı kötü adam Galactus (Ralph Ineson) yoldadır ve çok açtır.
Johnny, metalik habercilere duyduğu yeni aşkla dikkati dağılmış haldeyken, ekibin geri kalanı geriye kalan tek seçeneğe yönelir: müzakere. Ancak bu dev çocuk kolayca ikna olacak türden değildir. Hiçliğin eşiğinde, kule gibi yükselen Galactus’un yüzüne bakarken kahramanlarımız dehşet verici bir tercihle baş başa kalır: Ya doğmamış çocuklarından vazgeçecekler ya da gezegenlerinin yavaş yavaş yok oluşunu izlemek zorunda kalacaklardır.
Anlaşma imkânsız görünürken, geriye tek çözüm kalır: kahramanlar yeniden çizim tahtasına döner, dünyayı kurtaracak alternatif planlar üretmeye koyulurlar.
'Superman' gibi, yönetmen Matt Shakman (WandaVision) da karmaşık tanıtımlarla uğraşmıyor. Ana karakterlerin geçmişlerine dair tüm parçalar, gazete kupürleri ve televizyon duyurularından oluşan kısa montajlarla paylaşılıyor. Cumartesi sabahı Jetgiller'i izlemek gibi rahat bir aşinalık hissi yaratmak için karakterlerinin, şefkatli bakışlarında ve sevgi dolu sözlerinde yakalanan kimyasına güveniyor.
Johnny ve Ben'in spagettiyi baharatlamak için uğraştıkları ya da Ben'in taşlı sakalını yontmaya çalıştığı, filmin gerçekten başarılı olduğu yer merkezdeki ev sahneleri. Sanki arkadaşlarla takılıyormuşuz ve pop kültürüyle yoğrulmuş bir nostaljinin içinde koza örüyormuşuz gibi hissettiriyor. Bu, bilimkurgu pulplarından, uzay çağı tasarımından ve analog teknolojiden (H.E.R.B.I.E.'nin kafasına bir kaset takılırken, yıldızlararası transkripsiyonlar plaktan çalınıyor) ilham alan olağanüstü prodüksiyon tasarımının bir kanıtı.
Susan Storm’un “Mirage Eldivenleri” sattığı, vintage esintili posterlerle yapılan pazarlama bile Don Draper’ı onaylayarak gülümsetirdi.
Bu canlı retro-fütürizmin merkezinde aynı zamanda belirsizliğin sessiz huzursuzluğu yatıyor: 60’lı yılların çizgi romanlarına özgü umut dolu iyimserlik ile yaklaşan yok oluş arasındaki sarkaç gibi salınan bir ruh hâli. Bu, Reed Richards’ın doğacak bebeğinin geleceği için duyduğu endişede kendini gösteriyor — ve Marvel filmlerinde sıklıkla kaybolan o duygusal gerçekliğe işaret ediyor. Galactus’un kozmik gözleri, telefon ekranlarımızda yanıp sönen dijital kıyametin ürkütücü bir yansıması gibi.
Grubun kökenlerini hatırlayan Reed şöyle diyor: “O zamanlar bilinmeyen, gizem ve keşif demekti. Hayalperesttik. Ama öğrendiğimiz şey, bilinmeyenin aynı zamanda korku anlamına da geldiğiydi.”
Bu yüzden 'İlk Adımlar’ın, bu bilinmeyeni tam anlamıyla kucaklamak yerine, aşırı basitleştirilmiş bir olay örgüsüyle güvenli sularda yüzmesi ve çiğnenmiş bir şehir finaliyle klasik Marvel topraklarına geri düşmesi hayal kırıklığı yaratıyor. (Yine de en azından bu sefer Köstebek Adam, yeraltındaki sığınak vatandaşlarına yardım ediyor.)
Evet, bunun bir süper kahraman filmi olduğunu biliniyor. Elbette her zaman CGI ağırlıklı aksiyon sahneleri ve alt edilmesi gereken büyük bir kötü olacak. Ama bu çatışmalar, daha derin karakter analizlerine ve yaratıcı aksiyonlara dayansaydı, çok daha heyecan verici olabilirdi. Johnny’nin Galactus’un miğferini yumruklamasını izlemek, nefesi kesilmiş bir çakmağı tekrar tekrar yakmaya çalışmak kadar sıkıcı.
Orijinal 'Fantastik Dörtlü’yü özel kılan sadece güçleri değil, aralarındaki ilişkisel dinamizmdi. Film bunu ima ediyor, ancak Reed ve Sue’nun bebek kaygısı dışında bu duygusal katmanlar ne yazık ki yüzeyde kalıyor. Örneğin, Ben Grimm ile aralarında filizlenen romantizmiyle umut vadeden Natasha Lyonne’un neredeyse hiç kullanılmaması, boşa harcanmış bir fırsat.
Yine de, artık temsil etmediği bir dünyada ayakta kalmakta zorlanan bir tür içinde, 'İlk Adımlar' kökenlerine sarılan hoş bir stilistik sapma sunuyor. Şaşırtıcı derecede derli toplu 'Thunderbolts' ile birlikte düşünüldüğünde, Marvel’ın sonunda gerçekten söyleyecek bir şeyleri olan hikâyelere dönebileceğine dair umut veriyor.
Bu bir sıçrama değil - ama doğru yönde atılmış bir ilk adım.
'Fantastik Dörtlü: İlk Adımlar' şimdi sinemalarda.