ABD'nin birçok konuda AB'yi eleştirdiği zorlu bir haftanın ardından Avrupalılar transatlantik ilişkinin geleceğini düşünüyor ancak nasıl karşılık verecekleri konusunda bölünmüş durumdalar.
Avrupalı bir diplomatı, Donald Trump yönetiminin Avrupa Birliği’ne yönelik bir hafta boyunca aralıksız sürdürdüğü siyasi baskı için “Bu bir dayak değil, resmen hırpalama,” ifadelerini kullandı.
Önce, ABD hükümetine ait Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, AB’nin çeşitli konularda rotasını değiştirmemesi hâlinde “medeniyetinin silinme” riskiyle karşı karşıya kalabileceğini söyleyerek gerilimin fitilini ateşledi.
AB’nin uluslararası konumundan, göç ve düzenleme politikaları gibi egemen iç meselelere kadar birçok alanda Trump yönetimi, AB ülkelerine hiç olmadığı kadar sert yüklendi.
Avrupa için artık temel soru şu: ABD hâlâ gerçek bir müttefik mi?
Kampanya küresel çapta yankılandı. X platformunun (eski adıyla Twitter) sahibi Elon Musk, dijital kuralları ihlal nedeniyle verilen cezayı hedef alarak AB’nin dağılması gerektiğini ima etti.
X’te yaptığı paylaşımlarda AB liderlerine “komiser” diyerek saldıran Musk, Birliğin artık bir demokrasi olmadığını ileri sürdü.
ABD Başkanı Donald Trump, pazartesi günü gazetecilere yaptığı açıklamalarda bu yorumları destekledi. Avrupa Komisyonu'nun verdiği cezayı “kötü niyetli” olarak nitelendirdi ve Avrupa’nın “kötü bir yöne gittiğini” söyledi.
Avrupalı bir diplomatı Euronews’e yaptığı açıklamada, ABD’den gelen bu yorumların ulusal güvenlikle ilgili olmaktan çok, Avrupa’nın iç siyasetine müdahale gibi göründüğünü belirtti.
İkinci başka bir diplomat ise Musk’a verilen 120 milyon euro değerindeki cezanın, benzer ihlallerde büyük teknoloji şirketlerine kesilen ortalama cezaların çok altında olmasına rağmen siyasi amaçlarla kullanıldığını söyledi.
Karşılaştırmak gerekirse Avrupa Komisyonu, bu yılın başlarında Google’a AB rekabet kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle 2,95 milyar euro ceza vermişti.
Diplomata göre mesele cezanın miktarı değil, arkasındaki ilke.
AB şu anda ince bir çizgide yürüyor. Bir yanda, Avrupa için hassas bir dönemde ABD’yle ilişkiyi koparmama ve Ukrayna’nın geleceğine dair belirsizlikler sürerken, diğer yanda ise AB'nin kendi kurallarını koyma ve kendi politikalarını uygulama konusundaki egemenlik hakkı meseleleri bulunuyor.
'Avrupa'yı Yeniden Büyük Yapmak'
Sonuç olarak, iki tarafın dünya görüşleri giderek daha fazla ayrışıyor.
AB kendisini çok taraflılığın, kurallara dayalı ticaretin ve uluslararası hukukun savunucusu olarak görürken, Trump her zaman “Önce Amerika” yaklaşımını benimsedi.
Başkan, ikinci döneminde bu gündemi daha da ileri taşıyarak küresel ilişkileri tarifeler, çok taraflı yerine ikili ilişkiler ve büyük güç rekabetine dönüş üzerinden yeniden şekillendirmeye çalışıyor.
ABD, Avrupa’nın hâlâ Washington’ın çıkarları için stratejik açıdan önemli ve doğal bir müttefik olduğunu kabul ediyor; ancak ilişkilerin iyi kalabilmesi için AB mekanizmasının değişmesi, ulus-üstü düzenlemelerin geri çekilmesi ve Birliğin kendi “öz kimliğine” dönmesi gerektiğini savunuyor.
Yönetimin sık sık tekrarladığı gibi: “Avrupa Avrupa olarak kalmalı.”
Kıtanın gidişatını değiştirmek için ABD, Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde Avrupa’nın “vatansever partileriyle” ilişkileri geliştireceğini ilan etti.
Hangi partilerin kastedildiği açıklanmadı ancak bu ifadenin, Brüksel’deki “atanmış yetkililere” karşı çıkan muhafazakâr partilere işaret ettiği geniş ölçüde anlaşılıyor.
Trump için Macaristan Başbakanı Viktor Orban doğal bir müttefik. Aynı şekilde, Batı’nın birliğinin korunması gerektiğini savunan İtalya Başbakanı Giorgia Meloni de öyle.
Ancak iki lider arasında ince farklar var. Orban, siyasetini doğrudan Brüksel’e karşı durma üzerine kurarken, Meloni ikili bir yol izliyor hem AB kurumlarıyla yakın çalışıyor hem de yurt içinde ve dışında muhafazakâr profilini koruyor.
Avrupa'nın 'iç meseleleri AB'de kalır'
Ancak Avrupa’yı yeniden “büyük” yapmak fikri, Avrupalılar açısından bazı koşulları beraberinde getiriyor ve kıta liderleri bunun farkında.
27 üye ülkenin liderlerini temsil eden AB Konseyi Başkanı Antonio Costa, Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesine bugüne kadar herhangi bir AB yetkilisinden duyulan en sert tepkiyi göstererek müttefiklerin birbirlerinin iç demokrasi süreçlerine müdahale etmediğini söyledi.
Almanya Şansölyesi Friedrich Merz de aynı çizgide açıklama yaparak, Avrupa’daki demokrasinin “kurtarılmaya ihtiyacı olmadığını”, iç meselelerin Avrupalılar tarafından ele alınması gerektiğini belirtti. ABD’nin belgede dile getirdiği bazı noktaların ise “kabul edilemez” olduğunu vurguladı.
AB Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas hafta sonu Euronews’e yaptığı açıklamada, iç meselelerin Avrupalılar tarafından yürütüldüğünü, buna karşın “Rusya’dan İran’a uzanan tehditlerin iki taraf arasında işbirliği gerektirdiğini” söyledi.
Kallas’ın selefi Josep Borrell ise, karakteristik sert üslubuyla daha da ileri giderek, ABD’nin AB’yi bir birlik olarak değil, tek tek ülkeler hâline bölmeyi ve ideolojik olarak uyumlu partileri desteklemeyi savunduğunu ima etti.
Borrell’e göre ABD yönetimi, Avrupa’nın “Avrupa olarak kalmasını” isterken aslında ABD’nin dış politika ihtiyaçlarına tabi ‘uluslara bölünmüş beyaz bir Avrupa’ kurgusunu işaret ediyor.
Borrell, salı günü sosyal medyada yaptığı paylaşımda, Avrupa liderlerinin artık Avrupa’nın egemenliğini savunarak yanıt vermesi gerektiğini ve “Başkan Trump’ın bizim rakibimiz olmadığını varsaymayı bırakmaları” gerektiğini söyledi.
Rekabet eden çıkarlar, farklı yaklaşımlar
ABD’nin yaklaşımını karmaşıklaştıran bir diğer unsur ise Avrupa Birliği içinden yükselen çok seslilik. Pek çok üye, Trump yönetiminin üslubundan rahatsız olsa da, şu ana kadar ortak ve net bir yanıt ortaya çıkmış değil.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, ne ABD’nin ulusal güvenlik belgesine ne de Musk’a verilen cezaya dair bir açıklama yaptı.
Aslında Komisyon, uluslararası ilişkiler açısından karmaşık bir dönemden geçilirken Washington ile ilişkileri istikrara kavuşturmak amacıyla gerilimi düşürmeyi tercih ediyor.
Bu yaklaşım ve olası ekonomik sonuçlara dair kaygılar, yaz aylarında Komisyon ile üye ülkelerin dengesiz bir ticaret anlaşmasını kabul etmesine yol açtı. Anlaşmada ABD’nin AB mallarına uyguladığı gümrük vergileri üç katına çıkarılarak yüzde 15’e yükseltilirken, ABD’nin çoğu sanayi ürününde tarifeler düşürüldü.
Eleştirmenler bunu bir aşağılama olarak nitelendirdi; ancak IMF gibi uluslararası kurumlar AB’nin sorumlu bir tercih yaptığını savundu.
O dönemde Komisyon yetkilileri, Ukrayna savaşının tüm hesapları etkilediği bir ortamda Washington’ın angaje kalmasını sağlamanın “ödenmesi gereken bir bedel” olduğunu söylemişti.
Ancak bu yaklaşım, Trump’ın Moskova ve Kiev ile yürüttüğü müzakerelerde Avrupa’ya daha büyük bir rol kazandırmış değil. ABD ayrıca defalarca, Avrupa’nın savaş konusunda “gerçekçi olmayan beklentilere” sahip olduğunu öne sürdü.
Bu sırada Avrupa’daki aşırı sağ partiler, yönetimle ideolojik yakınlıkları nedeniyle Trump yönetimini açıkça eleştirmekten kaçınıyor.
Onlar da göç konusunda daha sert bir çizgi istiyor ve tanım her grupta farklılık gösterse de Trump’ın dönüşünü “woke kültürünün sonu” olarak karşılıyor.
AB açısından çözüm, daha fazla sorumluluk almak ve kritik alanlarda daha bağımsız hâle gelmek olabilir.
Euronews’e konuşan Savunmadan Sorumlu Komisyon Üyesi Andrius Kubilius, Avrupa’nın olaylara sadece tepki vermek yerine kendi yolunu çizmesi gerektiğini söyledi.
Kubilius,“Savunma kapasitemizde olduğu kadar jeopolitik konumumuzda da daha bağımsız olmamız gerekiyor. Belki de zihinsel tereddütlerimizi aşmamız gerekiyor; genellikle bu planların Washington’dan gelmesini bekliyoruz,” dedi.
Avrupa için bu, daha önce ayak basılmamış bir alan.