Global Conversation: "Sandıktan Trump çıkarsa, Tanrı yardımcımız olsun!"

Global Conversation: "Sandıktan Trump çıkarsa, Tanrı yardımcımız olsun!"
By Yalcin Ademoglu
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button
Aşağıda yerleştirilen video haber linkini kopyalayın/yapıştırınCopy to clipboardCopied

Global Conversation'ın bu haftaki konukları Avrupa Komisyonu Ticaretten Sorumlu Üyesi Pascal Lamy ve İngiliz televizyon ve sinema yönetmeni Ken Loach.

Global Conversation’ın bu haftaki konukları Avrupa Komisyonu Ticaretten Sorumlu Üyesi Pascal Lamy ve İngiliz televizyon ve sinema yönetmeni Ken Loach.

Isabelle Kumar, euronews: Sayın Lamy Global Conversation’a konuk olduğunuz için teşekkür ederiz.

Pascal Lamy:
“Ben teşekkür ederim.”

Isabelle Kumar, euronews:
Seçimlerin mali konular üzerinden kazanıldığı ya da kaybedildiği sık sık söylenir. Donald Trump ve Hillary Clinton’a baktığımızda üzerinde hem fikir oldukları fazla bir şey bulunmuyor… Ama küreselleşme üzerinde aynı çekinceleri paylaşıyorlar. Beyaz Saray’ın yeni kiracısı kim olursa olsun, size göre, yeni bir korumacı döneme mi girilecek?

Pascal Lamy:
“Bence Trump korumacı olur ve Clinton ise seleflerine oranla serbest ticarete daha kapalı kalabilir. Yani bir tarafta aktif bir şekilde korumacı olacak bir kişilik duvarları, bariyerleri ve gümrük vergilerini yükseltebilir. Ama, Obama’nın Bill Clinton’a nazaran daha az serbest ticaret taraftarı olduğu gibi, Hillary de serbest ticarete Obama’dan daha soğuk bakacaktır.”

Isabelle Kumar, euronews:
Eğer her iki aday da korumacı politikalara doğru farklı derecelerde yönelmeye başlamalarının Avrupa üzerinde ne gibi etkileri olur?

Pascal Lamy:
“Daha korumacı politikalar ya da serbest ticareti daha az isteme gibi sebebi ne olursa olsun, bence bu durum küresel anlamda daha az büyümeye yol açacaktır. Amerikan ekonomisi için daha az büyüme, küresel ekonominin ve Avrupa ekonomisinin daha az büyümesi anlamına gelir.

Korumacılıktan dolayı yavaşlayan ticaret herkes için daha kötü ekonomik sonuçların alınmasına yol açacağına kanaatim tam. Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya ekonomisinde çok büyük bir ağırlığa sahip olması, bu durumun Endonezya’yı, Afrika’yı ya da Çin’i etkilemesine neden olur.”

Isabelle Kumar, euronews:
Burada bir parantez açalım… Hillary Clinton ve Donald Trump’ın tavırlarına baktığımızda kabaca, Hillary Clinton devamlılığı temsil ediyor… Piyasaların da öngörülebilir durumları sevdiğini biliyoruz. Donald Trump ise hem değişim demek hem de konusuna hakim ve başarılı bir iş adamı. Bu sebeple Amerikan ekonomisi konusunda Hillary Clinton’dan daha avantajlı olabilir.

Pascal Lamy:
“Başarılı iş adamlarının ticarette iyi pazarlamacı olacağı konusunda bir kaide yok. Bunun tersi de geçerli değil. Şahsen, Donald Trump’ın seçilmesi durumunda sistem, Amerikan Anayasası, Kongre ile ilişkiler, uluslararası seviyede ABD’nin kabul ettiği kurallar ve özellikle de Dünya Ticaret Örgütü’nün kuralları, aklında tasarladığı şeylerin üçte ikisini bile yapmasına izin vermeyecektir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olduğunuzda zaman zaman kendinizi dizginlemeniz gerekebilir.”

Isabelle Kumar, euronews:
Biraz detaya inecek olursak… Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) arasındaki anlaşma çok sayıda polemiği beraberinde getirdi. Atlantik’in her iki tarafında da pek sevilmiyor. Başkan Obama’nın görev süresinin sonunda bu anlaşmayı geçirmek için ısrarlı olmayacağı sanılıyor. Sizce bu proje her iki aday tarafından rafa kaldırılabilir mi?

Pascal Lamy:
“Hayır bu anlaşmanın bir kenara bırakılacağını ya da ölü doğacağını düşünmüyorum. Sadece zaman alacak. Bunun yanında…”

Isabelle Kumar, euronews:
Bu iki aday için de mi böyle?

Pascal Lamy:
“Tabii ki. 2013’te Dünya Ticaret örgütü’nden ayrıldığımda ve konuşma özgürlüğüme tekrar kavuştuğumda projenin hızla ilerleyeceğini düşünenlerin hayal kurduklarını söyledim. Bu o kadar büyük ve karmaşık ki kısa vadede yapılabileceğini iddia etmek bir düşten farksız. “

Isabelle Kumar, euronews:
Peki bu ‘Doğu ekseni’ ne durumda? Hillary Clinton Dışişleri Bakanı iken Doğu’ya, Çin’e yapılabilecek ticareti savunanlar arasında bulunuyordu. Bazıları bu durumu Avrupa’ya sırt dönmek olarak yorumladı. Donald Trump Çin konusuna çok eleştirel yaklaşıyor. Başkan seçilmesi Avrupa’nın çıkarına olabilir mi?

Pascal Lamy:
“Bence bunlar yemek sofrasındaki konuşmalar. Ekonomilerdeki gerçekler ise anlaşmaların büyüklüğüne, ağırlığına ve sayısına göre şekillenir. Dünya ekonomisinin geçmişe oranla daha fazla Asya’ya kayması bunu değiştirmez. Gelecek 10-20 yıllık süreçte Asya daha fazla ağırlık kazanırken, Avrupa ise tıpkı ABD gibi gerilemesini sürdürecek. Ardından da yeni bir dönem başlayacak. Asya güç kaybederken, bu sefer Afrika ön plana çıkacak. Ve bu, böyle devam edecek.”

Isabelle Kumar, euronews:
Şayet Amerika’da oy kullanıyor olsaydınız, seçiminizin Donald Trump ya da Hillary Clinton’dan yana olmasını sağlayacak ekonomi politikalarındaki kilit faktörü söyleyebilir misiniz?

Pascal Lamy:
“Bu çok zor bir soru. Çok zor çünkü Trump’ın söylediklerini dinleyip, twitter mesajlarını okuduğumda pek mantıklı bulmuyorum. Avrupa ve Dünya için onun iyi bir karar olduğunu düşünmüyorum.”

Isabelle Kumar, euronews:
Yani hiçbir şey mi yok? Ciddiye alınabilecek tek bir şey bile mi yok?

Pascal Lamy:
“Ekonomik realite, gerçek insanları kullanan televizyon programları gibi bir şey. Bu başka bir dünya, bir hayal, düş dünyası. Ama gerçek dünya değil. Bence Hillary Clinton çok daha fazla gerçek dünyada bulunuyor. Bana göre Avrupa, ABD ve dünyanın geri kalan kısımları için o şüphesiz daha güvenilir bir liman.”

Global Conversation Ken Loach Röportajı

Efi Koutsokosta, euronews:
Sayın Ken Loach The Global Conversation’a katıldığınız için teşekkürler. Son filminiz, “I, Daniel Blake” sosyal sigortalarda hakkını aramaya çalışan bir kişinin mücadelesini konu alıyor… Bu konuyu neden şu anda seçtiniz?

Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gerçek hayatla ne derecede benzerlikler gösteriyor?

Ken Loach:
“Kalp krizi geçirmiş bir kişiyle karşı karşıyayız. Bu sebeple çalışamıyor. Oysa idare, para kazanması ve hayatta kalması için çalışmasını zorunlu kılıyor. Film, onun ve karşılaştığı kadının başına gelenleri anlatan karmaşık bir hikaye. Burada benim ilgimi çekense her ülkede milyonlarca kişinin yaşama gururunu ayaklar altına alan bir ekonomik sistemin olduğunu gözler önüne sermek.

Toplu işten çıkarmalar, düşük ücretle işçi çalıştırma, kişileri bazen iki gün de olsa çalışsalar bile düşük maaşlardan dolayı devlet yardımına muhtaç kılıyor. Bu sebeple kendimizi işlemeyen ekonomik bir sarmalın içinde buluyorsunuz.”

Efi Koutsokosta:
Sizce toplumun en fakir kısmı için bu sistem artık yetersiz hale mi geldi?

Ken Loach:
“İnsanları ne kadar dibe çekebileceklerini kim bilebilir? Onları ezmeyi de sürdürüyorlar. Buna Neo-liberalizm adı verilmiyor mu? Bu, Yunanistan’ı ve birçok insanın hayatını yerle bir etti. Bu sırada büyük şirketlerin işleyişi bozulup dev eşitsizlikler oluştu.”

Efi Koutsokosta:
Durum şu ki, genel tabloya baktığımızda Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü gibi dev kurumlardan gelen son veriler, zamanla çok zenginlerle fakirler arasındaki uçurumun daha da büyüdüğünü gözler önüne seriyor. Amerika ve Avrupa’daki halklar da krizden büyük zarar gördü ama en zengin kısım kesesini doldurmaya devam etti. Yolunda gitmeyen nedir?

Ken Loach:
“Onlar için işler yolunda. Onların sistemi istedikleri şekilde işliyor. Bu, sınırsız güçlere sahip çok uluslu şirketlerin mantığı. Çalışma masraflarını düşürüyorlar. Ham maddeleri en ucuza alıp piyasadaki paylarını korumak için savaşıyorlar. Kazançları çok fazla ama orta sınıfa çıkan fatura da çok büyük oluyor. Sorun, sistemdeki bozukluklar değil. Çünkü işler böyle işliyor. Gidişatı değiştirmenin tek yolu ekonomik modeli tamamıyla değiştirmekten geçiyor.”

Efi Koutsokosta:
Peki ya ırkçılık ve ayrımcılık? Amerika Birleşik Devletleri’nde Black Lives Matter gibi bazı hareketlerin büyüdüğünü görüyoruz. Ayrıca ülke tarihinde ilk defa siyahi toplumdan bir kişi başkanlık koltuğuna oturdu. Oysa aynı zamanda bu toplumun maruz kaldığı polis şiddeti artışta.

Ken Loach:
“Irkçılık umut kaybedildiğinde kök salmaya başlıyor ve insanlar ırkçı davranışlarda bulunuyor. Birliktelik ve eli açıklık insanlar güçlüyken ortaya çıkıyor. Cömertliğin paylaşılan bir güç olduğunu söylüyorlar. Geleceğe dönük endişeleri olmadığında, kendilerine ve çevrelerine güvendiklerinde beraber çalışabiliyorlar ve birbirlerine karşı cömert ve hoşgörülü olabiliyorlar. Yani güveni garanti altına alabilecek bir ekonomik sistem gerekli. Biz doğal olarak komşularımızla iyi geçinmeye eğilimli değil miyiz? Eğer bir şişe süte ihtiyacınız varsa komşunuzdan istemez misiniz? Eğer kapıda kalırsam eve girmek için sizin pencerenizi kullanmayı isterim. Bunlar komşuluk ilişkileridir. Ama kendinizi dışlanmış hissettiğinizde, sorunlarınız varsa ya da kızgın olduğunuzda cömertlik bundan olumsuz etkilenir.”

Efi Koutsokosta:
Birkaç hafta sonra Amerika yeni başkanını seçecek. Ortaya çıkacak sonucun Avrupa’yı ne şekilde etkileyeceğini bekliyorsunuz?

Ken Loach:
“Bence Hillary Clinton seçilirse her şey eskisi gibi devam eder. Liberal değerlere bağlı bir hükümet oluşur. Ama sandıktan Trump çıkarsa, Tanrı yardımcımız olsun! Bu adamın nükleer silah düğmesine basabilme ihtimali en kötü kabuslardan biri değil mi? Clinton’ın kazanması yine de kötü bir haber olacak. Çünkü Amerikan sermayesinin haklarını savunacak.”

Global Conversation Alexander Stubb Röportajı

euronews: ‘‘Şimdi Finlandiya’ya, Alexander Stubb’a bağlanıyoruz. Global Conversation’a katıldığınız için teşekkürler. Biliyorsunuz, Amerika’daki seçimleri Avrupai bir bakışla yorumluyoruz. Sizce Amerika’nın yeni başkanının dış işleri politikası nasıl olmalı?’‘

Alexander Stubb, Eski Finlandiya Başbakanı: ‘‘Bunu iki kelimeyle özetlersem, biri ‘iç içe’ ve diğeri de ‘uluslararası’ olurdu. Bence Avrupalılar için Amerika Birleşik Devletleri’ni Avrupa, Orta Doğu, Asya, Afrika ya da diğer bölgelerle iç içe görmek çok önemli. Biz yakın müttefikler görmek istiyoruz. Birleşik Devletler ve Avrupa Birliği omuz omuza durmalı.’‘

euronews: ‘‘Donald Trump ya da Hillary Clinton’ın başkan olduklarında sizce tavırları nasıl olur?’‘

Alexander Stubb: ‘‘Biri iç içe diğeri de dış dünyadan kopuk olacaktır. Hillary Clinton’ı kişisel olarak tanıyorum. O, dış işleri bakanıyken kendi ülkemde ben de aynı görevdeydim. Onun, dış işleri siyaseti konusundaki bilgisi ve bağlantıları beni gerçekten de çok etkilemişti. Bence kendisi, diğer ülkelerle Barack Obama’dan bile daha iç içe… Donald Trump’ı bilmiyorum ancak şöyle şeyler duyuyorum. Duvarlar örmek, koruma tedbirleri, milliyetçi önlemler, Amerikan askerlerinin çekilmesi… Tüm bu söylemleri Avrupai bir bakış açısıyla irdelersek, zannediyorum dünya büyük bir sorunla karşı karşıya gelecek demektir.’‘

euronews: ‘‘Seçim yarışında bu zamana kadar bizlere önemli bir şey sunulmadı ve Avrupa çok gündeme de gelmedi. Sizce Amerika’nın Avrupa ile ilişkileri nasıl olacak? Şu anda açıkçası sadece tahmin yürütebiliyoruz.’‘

Alexander Stubb: ‘‘Eğer Hillary Clinton başkan seçilirse Amerika Birleşik Devletleri dünyayla daha iç içe olacaktır. Muhtemelen NATO’yu ya da Avrupa’daki askerlerini geri çekmeyecekler. Avrupa’yı Orta Doğu konusunda müzakere ederken ya da Suriye’deki terörle mücadele konusunda en yakın müttefikleri olarak göreceklerdir. Eğer Donald Trump seçilirse tüm sistem adeta bir şok yaşayacaktır. Avrupalılar aslında Amerikayı yakından takip ediyor. İnsanlar Donald Trump’ın söylemlerinden korkuyor. Biz buna benzer söylemleri Avrupa’da da görüyoruz. Bence Donald Trump şu anda kendi liginde yarışıyor diyebiliriz.’‘

euronews: ‘‘NATO’dan bahsettiniz. Donald Trump NATO’nun varlığını sorguluyor. Sizce Avrupa’nın kendi savunma kalkanını kendi oluşturması sizce önemli mi?’‘

Alexander Stubb: ‘‘Avrupa kesinlikle kendi savunma mekanizması üzerinde çalışmalı. Bu konuda bir şüphem yok. Ancak Avrupa Birliği’ndeki 28 ülkenin 22’si NATO’ya üye… Avrupa’daki nüfusun yüzde 94-95 kadarı NATO’nun kanatları altında bulunuyor. Bu sebeple NATO yakın gelecekte de Avrupa’nın güvendiği bir organizasyon olarak kalacak. Amerikalıların bu konuda tartışma yaşamalarını anlıyorum. Belki de yavaş yavaş buradan çekilmeleri gerekiyor. Ancak Rusya’nın davranışları ve tepkisine bakacak olursak ya da Suriye’deki savaştaki tutumunu irdelersek, NATO’nun bu bölgeyle bağlantılı kalması Amerika’nın yararına olur.’‘

euronews: ‘‘Rusya sorunu hakkında konuştunuz. Bu Finlandiya için önemli bir husus. Ülkenizin Rusya ile çok uzun bir sınırı bulunuyor. Sizce Moskova ve Başkan Vladimir Putin ile olan ilişkilerimizi normale döndürmeli miyiz?’‘

Alexander Stubb: ‘‘Kesinlikle öyle. Biz 1991 ile 2000 yılları arasında Rusya’nın normale döndüğü ve demokrasiyle iç içe olan uluslararası bir halk olduğu inancına kapıldık. Ancak 2008 yılında Gürcistan ile yapılan bir savaşa şahit olduk. Bunun yanında Ukrayna’da büyük bir kriz yaşandı. Rusya, Suriye’ye müdahale etmekle uluslararası arenaya geri döndü. Beşar Esad’ın Halep’te yaptıklarını büyük bir şiddetle kınıyoruz. Sanırım Batılı ülkeler, Avrupa ve Amerika Rusya müdahil olmadan Suriye’de bir çözüm olamayacağını anladı. Sanırım yakın bir zamanda Rusya ile ortak bir paydada buluşabiliriz ve ilişkiler normale döner. Bunun yanında dış işleri politikamız da yeniden gözden geçirilmeli…’‘

euronews: ‘‘Sizce Hillary Clinton bu ilişkileri normale döndürebilir mi? Birkaç sene önce bunu denemişti. Bunun yanında Donald Trump da Vladimir Putin ile çok iyi ilişkilere sahip olduğunu söylüyor. Sizce Trump bu ilişkileri yeniden gözden geçirme konusunda doğru isim olabilir mi?’‘

Alexander Stubb: ‘‘Bence sorun bu değil. Çünkü Rusya Dış işleri Bakanı Sergey Lavrov iken aynı dönemlerde Hillary Clinton da aynı görevi üstleniyordu. Bu sebeple Rusya hükumeti şu andaki mevcut yapıyı biliyor. Eğer Rusya dış işleri konusunda istikrar yakalamak, ilerlemek ve güvenilir anlaşmalar yapmak istiyorsa, bence Hillary Clinton ile masaya oturmalı. Eğer dünyada istikrarsız ve düzensiz bir ortam istiyorlarsa o zaman Donald Trump’ı desteklemeliler. Bu tercih dünya genelinde bir bölünmeye yol açacaktır ve Rusya da bunu çok iyi biliyor.’‘

euronews: ‘‘Eğer terör örgütü IŞİD konusunu konuşacak olursak, sizce bu yapıyla en iyi şekilde kim mücadele edebilirdi? Donald Trump mı yoksa Hillary Clinton mı?’‘

Alexander Stubb: ‘‘Önceden başbakanlık yapmış biri olarak bu soruya, ‘kim seçilmişse onunla mücadele edeceğiz’ derdim. Bu söylemi biraz açayım isterseniz. Clinton bence bu konuda daha fazla güven veriyor. Trump’ın terör hakkında söylemleri çok sert ancak ‘IŞİD’i yok edeceğim’ demekle bu iş bitmiyor. Aynı zamanda bunu nasıl yapacağınızı da söylemeniz gerekiyor. Bunun için siyaset yapma yeteneğine sahip olmanız gerekiyor. Dürüst olmak gerekirse Donald Trump’ın böyle bir yeteneğe sahip olduğunu düşünmüyorum.’‘

euronews: ‘‘Son olarak, Avrupa ne zaman güvende olur? ABD’nin başına Donald Trump mı geçmeli yoksa Hillary Clinton mı?’‘

Alexander Stubb: ‘‘Ben kesinlikle bu ismin Hillary Clinton olmasını isterim. O sadece güvenli değil, aynı zamanda da çok tecrübeli…Bunun yanında liberal demokrasi, piyasa ekonomisinin ve uluslararası değerlerin korunması konusunda onun kendine ait değerleri bulunuyor. Eğer bir Finlandiyalı olarak oy kullanma hakkım olsaydı, tereddüt etmeden Hillary Clinton’a verirdim. Ancak bu benim işim değil. Buna Amerikan halkı karar verecek.’‘

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Dolandırıcılık davası: Trump 10 gün içinde 175 milyon dolar öderse mal varlığı haczedilmeyecek

Trump 464 milyon dolar para cezasını ödemediği takdirde varlıklarına el konulacak mı?

Trump: Demokratlara oy veren Yahudiler İsrail'den ve dinlerinden nefret ediyor