Belçika'ya iltica eden KHK mağduru: Dağdaki çoban bile bize düşman

Belçika'ya iltica eden KHK mağduru: Dağdaki çoban bile bize düşman
By Euronews
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button

15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL kapsamında ihraç edilen ve zor bir süreç sonrası Belçika'ya sığınan KHK'lı Ahmet Türkiye'de yaşadıklarını Euronews'e anlattı

REKLAM

Türkiye'de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL kapsamında görevlerinden ihraç edilen onbinlerce kişi ülkeyi terk etti. Avrupa ülkelerinden iltica talebinde bulunanlar arasında isminin açıklanmasını istemeyen ve Belçika'da yaşayan 'Ahmet' adını vereceğimiz kişi de bulunuyor. Eşi ve oğlu ile Belçika'ya yerleşen 'Ahmet' son yıllarda yaşadıklarını Euronews'e anlattı.

"Başarılı insanlardık, üniversiteyi dereceyle tamamladık"

"15 Temmuz öncesinde Ankara'da yaşıyordum. Mühendisim. Bir bakanlıkta bilgi işlem sorumlusu olarak çalışıyordum. Eşim ve ben üniversiteyi dereceyle bitirdik, oldukça başarılı insanlardık. Türkiye'nin güneydoğusunda bulunan bir şehirde doğdum. Babam işçiydi. İyi bir eğitim alabileceğimiz bir ortam yoktu. Cemaatin yurtlarında ve dershanelerinde eğitim alarak mühendis olmayı başarabildim. Hizmet hayatımda önemli bir rol oynadı ve ben bunu hiç kimseden gizlemiyordum."

"17-25 Aralık'tan sonra baskı arttı"

Çalıştığı kurumda bütün şifrelerinin iptal edildiğini ifade eden Ahmet "17-25 Aralık sonrasında cemaatle ilişkili olduğum bilindiği için bakanlıkta bütün şifrelerim iptal edildi. Bu olayın ardından haklarımı aramak istedim, memur sendikasına bağlıydık, memur sendikası AK Parti'ye karşı hiçbir adım atmadığı için haklarımı arama gayretinde bulunmadı. Bunun üzerine kendi sendikamızı kurduk. Psikolojik baskı ve daha sert davranışlar artmaya başladı. Bazı meslektaşlarım uzak yerlerde görevlendirildiler. 15 Temmuz'a kadar birçok arkadaşımızın görevine dönmesini sağladık." şeklinde konuştu.

Manşet olduğunu belirten Ahmet "15 Temmuz'a tiyatro diyorum. Bunun olabileceğini öngöremiyorduk. 15 Temmuz'dan 5 gün sonra açığa alındım. 1 Eylül'deki ilk KHK ile ihraç edildim. İhraç edilmeden önce bir gazetede manşet olduk. Sendikalar üzerinden haber yapan gazete fotoğraflarımı ve tweetlerimi kullandı. Sendikada önemli bir rol oynuyordum. O günden sonra olaylar çok kötü şekilde gelişti." ifadelerine yer verdi.

"Komşular bize düşman oldu"

Yaklaşık 13 ay boyunca İstanbul'da gizlenmek zorunda kaldığını ifade eden Ahmet "Ankara'da bir sitede oturuyorduk. Tüm komşular bize düşman gözüyle bakmaya başladı, sitedeki çocuklar çocuğuma siz teröristsiniz, siz vatan hainisiniz diyerek suçlamaya başladılar. Eşime ve çocuklarıma beni gördükçe daha kötü davranmasınlar diye Ankara'dan ayrılma kararı aldım. Eşimin o sırada işi devam ediyordu. Ankara'da yaşamak zorundaydık. İstanbul'a gidip gelmeye başladım. İhraç edildikten sonra Ekim ayında gece yarısı polis eve geldi. Eşimi duvara yaslayarak kötü davranmışlar, tehdit etmişler. Ben o sırada İstanbul'daydım. Evde bir bayan düşünün çocuğuyla tek başına ve gece yarısı polisler gelip evi basıp, ortalığı dağıtılıyorlar ve tehdit savuruyorlar. Eşim sabaha doğru sosyal medya üzerinden bana haber verdi. Yaklaşık 13 ay boyunca, İstanbul'da kaldım. Gizlendim. Çünkü sendika yöneticisi olduğum için, haklarımızı aradığımız için bizi yöneticilikten hapse atıp hukuksuz şekilde suçsuz olmamızı kanıtlamamızı istiyorlardı. Olmayan hukuk çerçevesinde insanlar haklarını aramaya çalışıyor. O yüzden tutuklanmamak adına 13 ay boyunca istanbul'da kaldım. Bu sürede iki üç defa daha eve polis geldi." dedi.

"Bize yaşanabilecek ortam bırakmadılar"

Eşinin ve kendisinin hedef gösterilmesi ile birlikte Türkiye'nin kendileri için yaşanmaz bir ülke haline geldiğini belirten Ahmet, "Eşim tıp fakültesinde araştırma görevlisiydi. Hocası kendisini kadroya almak için baskıda bulunuyordu. Eşim kadro istemiyordu. Kadro durumu olması durumunda MİT soruşturmasına gidecekti. MİT soruşturmasına gitmesi durumunda halihazırda çalıştığı işinden de olacaktı. Bunu biliyorduk. Ama hocası ona sormadan bir şey yaptığı için eşim de MİT soruşturmasına girdi. Benden dolayı soruşturmadan olumsuz cevap geldi. Eşim hakkında da soruşturma başlatıldı. Türkiye'nin artık bizim için yaşanmaz hale geldiğini anladık. Ben evime gidemiyorum, eşim iş yerinde baskı altında. Çocuk gittiği her yerden dışlanıyor, terörist deniliyor. Çocuğumuzun okulu kapatılmıştı zaten. Samanyolu kolejlerine gidiyordu. Diğer okullara da artık güven kalmamıştı. Samanyolu kolejinden başka okullara geçen öğrencilere de gerek öğretmenler gerek öğrenciler terörist gözüyle bakıyorlar. Çocuğum da mutlu değildi. Türkiye'den ayrılma kararı aldık. Bu kararı almak çok zordu çünkü ailemiz her şeyimiz orada ama bize yaşanabilecek ortam bırakmadılar. İşimizi kaybettik, mal varlığımıza da tedbir koydular. Çıkıp çıkmama konusunda çok tedirgindik ama bu kararı aldık ve uygulamaya koyduk." şeklinde konuştu.

"Çoban üzerimize köpeklerini saldı, küfretti ve paramızı aldı"

Türkiye'de iken bir çobanın köpekleri ile kendilerine eziyet ettiğini anlatan Ahmet, "Eylül sonu İstanbul'dan yola çıktık anlaştığımız kişiler iki arabayla eşlik etti. Edirne'ye kadar gittik. Sabah saatleriydi. Sınıra yakın bir köyde, ormanlık bir alanda bizi bıraktılar. Bu sırada bizim gibi ülkeden çıkmak isteyen başka aileler de vardı. Onlarla da tanıştık. Afgan rehberlerin geleceğini, akşam vakti yaklaşıncaya kadar beklememiz gerektiğini söylediler. Afgan asıllı iki rehber geldi hava kararmaya yakın koyun ve köpek sesleri duymaya başladık. Bir çoban vardı. Benim bir tane oğlum var, diğer ailenin üç oğlu var. Arkadaşla elimize sopaları aldık. Bekledik, köpekler gelirse çocukları koruyabildiğimiz kadar koruyacaktık. Çoban 3 dev Kangal köpekle ile etrafımızı sardı. Çoban yaklaşık 10 dakika boyunca köpekleri havlattırdı. Çocukların ve bizim psikolojimiz altüst oldu. Köpekler her an saldırabilirdi. Nerede olduğumuzu bilmiyorduk. Çoban geldi, hakaretler, küfürler ederek siz nereye gittiğinizi zannediyorsunuz dedi. Çoban bizden para istedi. Biz o anda ne istese verecektik. Yüzer Euro para verdik. Çoban giderken yine küfrederek, hakaret ederek 'Fetöcüler' diyerek inşallah hepiniz boğulursunuz, geberirsiniz, inşallah cenazenizi bile bulamazlar diyerek beddualarla gitti. Biz ondan sonra yer değiştirdik. Jandarmaya haber vermiş olabilirdi. Eşim tedirgindi ancak çobandan sonra doğru bir şey yaptığımdan kesinlikle emin oldum dedi. Haklıydı. Dağdaki çoban bile bizi düşman olarak görüyordu." dedi.

"Eşime tehlike anında çocuğu düşünme kendini kurtar dedim"

Meriç'ten geçerken bir botun şişmediğini kaydeden Ahmet "Gece geç saatlerde telefon geldi. Meriç nehrine doğru yürümeye başladık. Rehberler iki adet bot koymuşlardı. Rehberler ile birlikte 13 kişiydik. Yağmur yağıyordu, çamurdu yürümekte zorlanıyorduk. Bu arada surf tahtaları kaybolmasın diye surfcülerin kullandıkları çelik zincirlerden almıştım. Oğlumun sırtına sağlam bir kemer bağladım. Botları şişirdik. Biri patlak çıktı. Bir bot kaldı elimizde. Diğer patlak bot şişmedi hiç bir şekilde. Dönme şansımız da yoktu. Botu suya koyar koymaz rehber çabuk olun, çabuk olun deyince arkadaşlar panikledi ve herkes bindi, ben eşim ve oğlum geride kaldık. Bot zaten suyun yüzeyine yakındı. Ağırdık 13 kişiydik. Hafif sallandıkça botun içine su giriyordu. Eşime çocuğu ve beni düşünme tehlike anında kendini kurtar dedim." ifadelerini kullandı.

"Özgür olduğumuzu bildiğimiz için artık mutluyduk"

Ahmet, "Yunanistan tarafına geçtikten sonra, çobanın bize uyguladığı o kötülüğü, ıslanmayı, botu, her şeyi unuttuk ve artık özgürdük. Özgür olduğumuzu bildiğimiz için artık mutluyduk. Çocuğun üzerini değiştirdik, ışık açamıyorduk, ışıktan dolayı polisin yakalama ihtimali vardı. Yunan tarafında polise ya da askere yakalanmadan niyetimiz tren garına kadar gidip trene binip Kuzey Avrupa ülkelerine gitmekti. Türkiye'de bayağı bir yürümüştük çoban bizi gördüğü için. Çok yürüdük sonunda polis bizi yakaladı, çok kibardı, ingilizce konuştuk. Yarın işlemlerinizi tamamlayacağız ve sizi göndereceğiz dediler. Yorulmuştuk. Bizi bir arabanın arkasındaki kapalı bir kasaya koydular, arkadan kapattılar. Daracık yerde 13 kişiydik ama çok mutluyduk çünkü özgürdük artık. Demir koltuklara oturmak çok konforlu gelmişti çünkü çok yorulmuştuk. Sonra bizi nezarete aldılar. Üzerimizi aradılar. Nezaret odasında Afganlar da vardı. Suriyeliler de. Odada sadece minderler vardı ve çok kötüydü ama bunu yaparken özür dilediler başka imkanımız yok burada kalmak durumundasınız dediler. Çok kibarlardı." dedi.

"Türkiye'ye dönmeyi düşünmüyoruz. Biz artık Belçikalıyız"

Artık özgür olduklarını belirten Ahmet, "Yunanistan'da 4 gün nezarette kaldık ve Belçika'ya geldik. iltica talebinde bulunduk. Gazete haberlerinden dolayı iltica talebimiz 4 ay içinde kabul edildi. Kimliklerimiz oturumumuz tamam. Sırt çantası ile geldik. Hiç bir şeyimizi alamadık. Birileri yurtdışına çıkmak zorunda kalacağımızı, iltica başvurusunda bulunacağımızı söyleseydi gülerdim. Çok güzel bir darbe oyunu ile işini iyi bilen insanlar, artık ya hapislerde ya yurtdışında ya da sindirilmiş durumda maalesef. Türkiye'ye dönmek istemiyoruz artık çünkü burada özgür olduğumuzu düşünüyoruz. Hoşgörüyü barındırmayan bir ülkeye dönmenin anlamı yok. Biz artık Belçikalıyız." şeklinde konuştu.

Bu haberlerimizi de okuyabilirsiniz:

15 Temmuz darbe girişimi: Türkiye'nin kaderini değiştiren 24 saat

15 Temmuz: 2 yılda 22 büyük olay

15 Temmuz haberleriyle tartışma yaratan gazeteci Ece Sevim Öztürk tutuklandı

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Türkiye'deki insan hakları ihlalleri 'Enkaz' oldu: Müzisyen Öztürk hayal kırıklıklarını besteledi

YSK'nın KHK'lılara mazbata verilmemesi kararının gerekçesi belli oldu

Rapor: Avrupa 'yıkıcı' iklim risklerine karşı daha fazla adım atmalı