Newsletter Haber Bülteni Events Etkinlikler Podcasts Video Africanews
Loader
Bize Ulaşın
Reklam

İstanbul ve İzmir'de su krizi derinleşiyor: Neden deniz suyunu arıtmıyoruz?

Barselona'nın yaklaşık 100 km kuzeyindeki Sau rezervuarı, Mart 2023.
Barselona'nın yaklaşık 100 km kuzeyindeki Sau rezervuarı, Mart 2023. ©  AP Photo
© AP Photo
By Cagla Uren
Yayınlanma Tarihi
Paylaş Yorumlar
Paylaş Close Button

İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ) açıklamasında İstanbul'a su sağlayan barajlardaki doluluk oranlarının yüzde 21,87 olduğu belirtildi.

Yeni verilere göre İzmir'deki su krizi derinleşirken, İstanbul'da da baraj doluluk oranları birkaç ay içinde ciddi biçimde düştü.

İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ) açıklamasında İstanbul'a su sağlayan barajlardaki doluluk oranlarının yüzde 21,87 olduğu belirtildi. 30 Haziran'da bu oran yüzde 66,23'tü.

İSKİ'nin verilerine göre 9 Kasım itibarıyla şehirdeki baraj doluluk oranları şu şekilde:

• Alibey Barajı: yüzde 11,92

• Büyükçekmece Barajı: yüzde 24,73

• Darlık Barajı: yüzde 32,13

• Elmalı Barajı: yüzde 51,46

• Istrancalar Barajı: yüzde 35,19

• Kazandere Barajı: yüzde 2,61

• Pabuçdere Barajı: yüzde 4,67

• Sazlıdere Barajı: yüzde 22,33

• Terkos Barajı: yüzde 24,79

• Ömerli Barajı: yüzde 17,58

'İzmir rezerv suyunu da harcadı'

Yaz aylarından bu yana derin bir su sıkıntısı içinde olan ve zaman zaman su kesintilerinin yaşandığı İzmir'de ise rezerv suyunun da harcandığı öne sürülüyor.

DHA'ya konuşan, Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. Doğan Yaşar, İzmir’de barajlardaki su seviyesinin kritik düzeye indiğini, yer altı su rezervlerinin de tükendiğini söyledi.

Yaşar, “Bursa’da suyun yüzde 10’u, Ankara ve İstanbul’da yüzde 1’i yer altından sağlanıyor. Onların rezervi duruyor ama biz rezerv suyumuzu da harcadık,” dedi.

Türkiye su fakiri bir ülke mi?

Türkiye su fakiri olmasa da “su stresi yaşayan bir ülke” olarak kabul ediliyor. Ancak uzman görüşlerine göre mevcut gidişat değişmezse önümüzdeki yıllarda su fakiri kategorisine girme riski var.

Su fakiri bölgeleri, kişi başına yıllık kullanılabilir tatlı su miktarının 1000 m³’ün altında olan ülkeler oluşturuyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi Ortadoğu ülkeleri ile Somali, Cibuti ve Eritre gibi Afrika ülkeleri bu kategoride.

Su stresi yaşayan ülkelerde ise kişi başına yıllık su miktarı 1000 ve 1700 m³ aralığında. 2024 verilerine göre, Türkiye'de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı yaklaşık 1300 ila 1400 m³.

Su zengini ülkeler ise 8 bin ila 10 bin m³ üzeri miktarla genelde muson yağmurları alan Ekvator çevresi ülkelerinden oluşuyor.

Suyumuz neden bitiyor?

Türkiye'de suyun en büyük tüketicisi yüzde 70’e varan paya sahip olan tarımsal sulama sektörü. Sanayide de yaklaşık yüzde 15 ve evsel kullanım ve içilen su miktarı da yüzde 15 civarında.

Uzmanlara göre su krizinin başlıca nedeni iklim krizi ve buna bağlı kuraklık. Zira iklim krizinin dünyada en kötü etkilediği yerlerden biri Akdeniz bölgesi. Küresel ısınmaya karşı büyük ölçekte bir gerileme sağlanamazsa Akdeniz havzasında kuraklığın baş göstermesi bekleniyor.

Ancak nüfus artışı, tarımsal sulamadaki verimsizlik ve kirlilik gibi faktörler de çok etkili. Bunlar da değişmeden devam ederse 20 ila 30 yılda, yani 2050'lerde Türkiye’nin de su fakiri ülke konumuna düşmesi mümkün.

Madencilik su kaynaklarını nasıl kirletiyor?

Nitekim son yıllarda hız kazanan ve ülke çapında protestolara neden olan maden arama faaliyetleri de suların önemli bir kirleticisi. Çünkü çıkarılan madenlerin yıkanması ve siyanür gibi maddelerle saflaştırılması işlemi yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını ciddi biçimde kirletiyor. Bu tesislere termik santraller de altın madenleri de dahil.

2022'de Greenpeace öncülüğünde Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesindeki termik santral gezisinde Independent Türkçe'ye konuşan Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu'ndan Mehmet Dalkanat, "Köylüler 'Artık 400 metreden su alıyoruz' diyor. Santraller sularımızı kurutuyor" ifadelerini kullanmıştı.

Termik santraller soğutma kulelerinde suya ihtiyaç duyuyor. Uzmanlara göre 1000 MW'lık bir santralin günlük soğutma suyu yaklaşık 800 l/s. Bunun yanı sıra linyitin işlenebilmesi için çıkarıldığı esnada kuru olması gerekiyor. Bu da yeraltı sularını termik santrallerin önünde bir engel haline getiriyor.

Suyun önlem amacıyla 16.00-22.00 saatleri arasında verildiği Uşak'ta da benzer bir tartışma söz konusu. Bölgedeki Tüprağ Altın Madeni'nin tüm Uşaklılardan daha fazla su tükettiği iddia ediliyor. Bölge halkı bu iddialar karşısında son derece tepkili.

Egem TV Yönetim Kurulu Başkanı Soner Demiröz, yakın zamanda katıldığı bir yayında, "Altın madeni nerdeyse tek başına Uşak’ın kullandığı suyu tüketiyor. Hiç kimse bu durumu resmi olarak sorgulamıyor, hatta bu yer altı sularımızı Tüprağ Altın Madeni Vatandaşın ödediği gibi su saati ölçümü ile bile yapılmadan ücret ödemeden kullanıldığı iddialar arasında, Uşakın yer altı sularını hoyratca kullanan ve kişmsenin dur diyemediği Siyanürle Altın çıkartan Kanada kökenli Altın Madeni çıkartan Tüprağ firması ile, bu şehrin siyasetçileri, protokol üyeleri ve sivil toplum kuruluşları ilişkilerini açıklasınlar" ifadelerini kullandı.

İddiaların ardından açıklama yapan şirket ise, "Devlet Su İşleri verileri, Kışladağ Altın Madeni'nin su kullanımının iddia edildiği gibi Uşak halkının kaynaklarını tüketmediğini açıkça ortaya koymaktadır. 2024'te madenimize tahsis edilen yıllık suyun yalnızca yüzde 47'si, 2023'te ise yüzde 40'tan azı kullanılmıştır. Geçmiş yıllarda da bu oran hiçbir zaman tahsis edilen miktarın yarısını aşmamıştır" dedi.

Bireysel önlemler çözüm olur mu?

Su krizinin nedenlerine dair tartışmalar derinleşirken, çözümlerine dair konuşmalar da bir o kadar hararetli.

Aralarında sosyal medya ünlülerinin de yer aldığı bazı çevreler, halka ev suyunu tasarruflu kullanma çağrıları yapıyor. Ancak birçok kişi su krizinin asıl nedeninin madencilik ve tarım endüstrileri olduğunu hatırlatıyor. İklim aktivistleri ise bireysel önlemlerin de önemli olduğunu ama çözümün bireysel önlemlere indirgenmemesi gerektiğini vurguluyor.

Tarımsal sulama neden verimsiz?

Daha sürdürülebilir bir endüstri içinse köklü yenilikler gerekli. Bu çözümlerin başında tarımsal sulamada verimliliği artırmak geliyor.

Susuz Tarım gönüllüsü Dr. Ece Aynur Onur, tarımsal sulama, yanlış ürün seçimi ve yanlış su politikalarına atıfta bulunarak, "Akgöl, Acıgöl, Yarışlı, Karataş gölleri tamamen kurudu. Salda Gölü ve Burdur Gölü neredeyse yarıya kadar çekildi" diyor.

Peki tarımsal sulama, bu krizi nasıl besliyor? İlk faktör yüzey (vahşi) sulama. Türkiye’de hâlâ en yaygın yöntem olan “salma/vahşi sulama”, tarlanın suyla tamamen doldurulması anlamına geliyor. Bu yöntemde suyun yüzde 50 ila 60’ı buharlaşma, sızma veya yüzey akışıyla boşa gidiyor. Özellikle sıcak ve rüzgârlı bölgelerde, tarlaya verilen suyun büyük bölümü toprağa ulaşmadan buharlaşıyor.

Yanlış ürün seçimleri de bir diğer önemli faktör. Bu da su isteyen bitkilerin yanlış bölgelerde yetiştirilmesi anlamına geliyor. Örneğin su kıtlığı olan bölgelerde pamuk, mısır, şeker pancarı, pirinç gibi çok su isteyen ürünler ekildiğinde su kaynakları hızla tükeniyor.

Bunun yanı sıra açık kanallar, beton kaplamasız sulama kanalları ve eski sulama sistemlerinde yüzde 30’a varan su kaybı yaşanıyor.

Tarım nasıl verimli hale getirilir?

Tarımsal sulamanın daha verimli hale getirilmesi için geliştirilen yöntemler de mevcut.

Bunların başında da "mikro sulama" geliyor. Bu yöntem, düşük basınçlı ve düşük hacimli sistemlerle suyu doğrudan bitkinin kök bölgesine ulaştırıyor. Bu sayede buharlaşma ve yüzey akışı önemli ölçüde azalıyor. Bazı araştırmalar, mikro-sulama sistemlerinin geleneksel sistemlere göre yüzde 20 ila 50 oranında daha az su kullandığını gösteriyor. Damla sulama, bu yöntemin en yaygın formu. Suyu kesikli damlacıklarla bitkinin kök bölgesine vererek su tasarrufu sağlanıyor.

Bir diğer yöntem ise tabana yüzeysel sulama (Subsurface Textile Irrigation / SSTI). SSTI, yeraltına döşenen jeotekstil tabakası ve damla hattıyla çalışıyor; suyu doğrudan kök bölgesine taşıyor ve yüzeye çıkmasını engelliyor. Aynı miktarda suyla 2,5 kat daha fazla toprak hacmini sulayabileceği belirtiliyor. Ayrıca arıtılmış suyun güvenle kullanılmasını sağlayabileceği de söyleniyor.

Sınırlı (defisit) sulama yöntemi ise bitkinin suya tam ihtiyaç duyduğu tüm dönemde değil, daha az hassas olduğu aşamalarda suyu kısmen kısıtlayarak uygulanıyor. Türkiye’de 2006 yılında yapılan bir denemede bu yöntemle buğdayda, yağmura dayalı yetiştiriciliğe göre yüzde 65 daha fazla verim gözlemlenmişti. Pamukta su ihtiyacı yüzde 40 azaltılmıştı.

Akıllı sulama sistemleri de günümüzde giderek popülerleşen bir uygulama. Akıllı sistemler, toprak nem sensörleri, hava verileri ve otomatik kontrol mekanizmalarıyla sulamayı optimize ediyor. Amerika ve diğer coğrafyalarda yaygınlaşan bu teknolojiler sayesinde su israfı minimize ediliyor. Örneğin Türkiye’de geliştirilen bir sistemde ESP32 tabanlı sensörler ve LSTM (YSA) ile tahmine dayalı sulama yapılabiliyor. 2025'te yayınlanan bir makalede bu şekilde su ve işçilik tasarrufu sağlandığı belirtilmişti.

Havadaki suyu hasat etmek

Tarımsal verimliliğin yanı sıra, kuraklıkla boğuşan ülkeler su krizini aşmak için zaman içinde olağanüstü yenilikçi yöntemler de geliştirdi. Öyle ki havadaki sisi ve nemi bile hasat etmek mümkün.

Bunun için de devasa bir ince file ya da ağ geriliyor. Bu ağ, sisin içerdiği su buharını yoğunlaştırarak damlacıklara dönüştürüyor. Bu damlacıklar da aşağı doğru süzülerek su kütlesini toplayan bir sisteme aktarıyor.

Ağ verimine bağlı olarak hava neminin yüzde 2 ila 10’u kadar su hasat edilebiliyor. Hesaplamalara göre 40 m² yüzeyli bir sis ağı günde yaklaşık 200 litre su üretirken, deneme sistemleri günde 150 ila 750 litre değerlerine ulaşabiliyor.

Örneğin, Şili'de Atacama Çölü’nde, El Tofo yakınlarında kurulan sistemler günde yaklaşık 3 bin 800 galon su sağladı. Fas'ın Aït Baamrane bölgesindeki Dar Si Hmad projesi de sis toplama sistemleriyle kırsal toplulukların suya erişimine olanak tanıdı. San Francisco Chronicle'a göre, Kaliforniya gibi bölgelerde de pilota yönelik projeler yürütülüyor.

Yağmur suyu hasadı

Diğer yandan, yağmur suyunu hasat etme fikri sis hasadından daha yaygın. Hatta insanların bireysel olarak yağmur suyunu hasat etmesi de mümkün oluyor. Bunun bir yolu, çatıdan yağmur toplamak. Çatı yüzeyden toplanan yağmur suyu depolama tanklarında tutuluyor. Bu hem basit hem de düşük maliyetli bir yöntem.

Araziye yönelik de çeşitli uygulamalar var. Yarım-daire (semi-circular bund) sisteminde yarı dairesel hendeğe benzeyen yapılar, yağmur suyunu tutuyor.

Hindistan’daki Rajasthan gibi kurak bölgelerde kullanılan "Johad" sistemi ise topluluklar tarafından yönetilen, yağmur suyunu toplayıp yeraltı suyunu besleyen küçük göletler. Bir diğer sistem olan "Taanka" da yeraltında, sızdırmaz arazilere kurulan bireysel su depoları. Yağmur suyu toplanıyor ve depolanıyor; içme suyu olarak kullanılıyor. Sand Dam (kum barajı) ise ticari kullanılmayan, kurak çöl vadilerinde kuruluyor. Muson yağmurlarıyla biriken kum suyu filtreleyerek depoluyor ve su yıllarca yeraltında korunuyor.

Bunlar gibi pek çok teknik mevcut, ancak daha yenilikçi yöntemler de var. Örneğin New York Üniversitesi Abu Dhabi ve ortakları tarafından geliştirilen Janus kristalleri adlı malzeme, yüzeyinde hem suyu çeken (hidrofilik) hem de taşımayı kolaylaştıran (hidrofobik) bölgeler içeriyor. Böylece sis ve nemden de enerji harcamadan su topluyor.

Deniz suyunu kullanmak

Kamuoyunda en çok tartışılan çözüm önerilerinden biri de deniz suyunu arıtmak.

İklim değişikliğinin etkisiyle dünya genelinde kuraklıklar artarken, temiz içme suyuna erişim giderek zorlaşıyor. Birleşmiş Milletler’e göre, 2030'a kadar dünya nüfusunun yarısından fazlası su stresi yaşayan bölgelerde olacak. Bu tablo karşısında gözler, sınırsız bir kaynak gibi görünen denizlere çevriliyor. Ancak deniz suyunu arıtmanın gerçekten sürdürülebilir bir çözüm olup olmadığı tartışmalı.

Deniz suyunun tuzdan arındırılması (desalinasyon), deniz suyundaki tuz ve minerallerin ayrıştırılarak içme veya tarımda kullanılabilir hâle getirilmesi sürecine verilen ad. En yaygın yöntem, “ters ozmoz” (reverse osmosis) olarak biliniyor. Bu yöntemde su, yüksek basınçla yarı geçirgen bir zardan geçirilerek tuzdan arındırılıyor.

Dünya genelinde 20 binin üzerinde tuzdan arındırma tesisi faaliyet gösteriyor. En çok kapasiteye sahip ülkeler arasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İspanya, İsrail ve ABD öne çıkıyor. İsrail Su Otoritesi'ne göre, ülke içme suyunun yaklaşık yüzde 70’ini desalinasyon yoluyla sağlıyor.

Artılar ve eksiler neler?

Desalinasyonun en büyük avantajı, deniz suyunun tükenmeyen bir kaynak olması. Yağışa bağlı olmayan bu sistem, kuraklık dönemlerinde istikrarlı bir su arzı sağlıyor.

Ayrıca, son yıllarda geliştirilen enerji verimli ters ozmoz sistemleri sayesinde bir metreküp deniz suyundan içme suyu üretmek için gereken enerji miktarı, 1990’lara göre yarı yarıya azaldı.

Ancak deniz suyunu arıtmak çevre açısından tartışmalı bir konu. Desalinasyon tesisleri halen yoğun enerji kullanıyor; bu enerji fosil yakıtlardan sağlandığında, sera gazı emisyonları artıyor. 2019 Dünya Bankası verilerine göre bir metreküp içme suyu üretimi, ortalama 3 ila 10 kWh enerji gerektiriyor. Bu, arıtılmış suyun maliyetini de yükseltiyor.

Bunun yanı sıra, işlem sonrası ortaya çıkan “brine” adı verilen tuzlu atık su, çevre için ciddi bir risk oluşturu.yor Brine, deniz ekosistemlerine geri döküldüğünde çözünmüş oksijen seviyesini düşürüyor ve deniz canlılarının yaşam alanlarını olumsuz etkiliyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 2021 raporuna göre, dünyadaki tuzdan arındırma tesisleri her yıl 95 milyon metreküp tatlı su üretirken, bunun iki katı kadar tuzlu atık ortaya çıkıyor.

Ayrıca, denizden su çekme işlemi planktonlar, larvalar ve küçük balıklar üzerinde doğrudan fiziksel etkilere neden olabiliyor.

Bir diğer sorun ise maliyet. Gelişmiş ülkelerde desalinasyon projeleri devlet sübvansiyonlarıyla yürütülüyor, ancak düşük gelirli ülkelerde bu yöntemin geniş çapta uygulanması ekonomik olarak sürdürülebilir değil. Dünya Bankası’nın verilerine göre, desalinasyon yoluyla üretilen içme suyu, doğal kaynaklardan sağlanan suya kıyasla 3 ila 5 kat daha pahalı.

Scientific American'a konuşan Stanford Üniversitesi Çevre Bilimleri Bölümü’nden Prof. Peter Gleick, “Desalinasyon, su krizine karşı stratejik bir destek aracı olabilir, ancak su yönetiminin merkezine oturtulamaz,” diyor. Gleick’e göre uzun vadede en etkili çözüm, su tasarrufu, atık suyun yeniden kullanımı ve tarımsal verimlilik gibi yöntemlerle desteklenen entegre su yönetimi politikaları.

Türkiye'de de deniz suyunu arıtmaya yönelik bazı tartışmalar ve çalışmalar var. Ancak birçok uzmana göre bu konuda daha büyük yatırımlara ihtiyaç olduğu için uygulama yaygınlaşmış değil.

Erişilebilirlik kısayollarına git
Paylaş Yorumlar