Hollywood’un dönüşüm geçirdiği, usta isimlerin aramızdan ayrıldığı bir yılda yönetmenler sınırları zorladı. Paul Thomas Anderson’dan Ryan Coogler’a, 2025 sineması hem hayal gücü hem cesaretiyle hatırlanacak.
Mali denetçiler başka türlü düşünebilir ama 2025, sinema açısından iyi bir yıldı.
Stüdyo sistemi içinde ve dışında çalışan yönetmenler, cesur, kişisel, hayal gücü yüksek ve kendine özgü yapımlar üretmeyi başardılar. Bazıları ana akıma bile ulaşmayı başardı.
Her şey bir yana, 2025 aynı zamanda izleyicilerin hâlâ sinema salonu deneyimine özlem duyduklarını gösterdiği bir yıldı.
Bununla birlikte, birçok harika film ne yazık ki hak ettiği ilgiyi göremedi. Ancak David Lynch, Robert Redford, Diane Keaton ve Gene Hackman gibi sinema ikonlarının ölümüne de tanıklık ettiğimiz bu yılda hatırlanması gereken bir şey var: gişe ve ödüller geçici ölçülerdir. Kalıcı olan filmlerin kendisidir.
İşte 2025 yılı için seçilen en iyi filmler:
1. One Battle After Another
Paul Thomas Anderson, “One Battle After Another” ile yılın en unutulmaz yolculuğuna çıkardı izleyicileri. Hem zekice bir fars, hem tempolu bir macera, hem de tek ebeveynlik üzerine dokunaklı bir drama, bir arkadaşlık komedisi… kısacası tanımlaması neredeyse imkânsız bir film. Başrollerden yan rollere kadar oyunculuklar kusursuz; vizyonu iddialı ve kendine özgü. Gerçek anlamda sadece sinemada yaşanabilecek bir deneyim.
2. If I Had Legs I’d Kick You
Mary Bronstein, kendi ev içi kabusunu anne yorgunluğu ve deliliğinin ham ve sürreal bir sinemasal ifadesine dönüştürmüş. Rose Byrne’ün tamamen korkusuz performansıyla, film adeta yaşayan bir sinir ucu gibi; varoluşsal bir dehşetin dışavurumu. Üstelik Conan O’Brien ve A$AP Rocky de kadroda.
3. Marty Supreme
Gerçek ustalar, neyi anlatırlarsa anlatsınlar heyecan verici kılabilir. Josh Safdie ve senarist/kurgucu Ronald Bronstein, 1950’ler New York’unda iflas etmiş bir masa tenisi oyuncusunun hikâyesinden nefes kesici bir hırs ve ego gösterisi yaratmış. Timothee Chalamet’nin bugüne kadarki en etkileyici performansı da cabası.
4. Sentimental Value
Joachim Trier’in son filminde geçmişin hayaletleri ve söylenmemiş sözler, sessiz bir evin duvarlarında yankılanıyor. Aile, yas, bağışlama ve sanatçı yalnızlığı üzerine olgun bir film. Kariyeri uğruna kızlarını ihmal etmiş bir yönetmeni canlandıran Stellan Skarsgard’ın performansı ise hem hüzünlü hem şaşırtıcı derecede komik.
5. The Naked Gun
Sonunda büyük stüdyo yapımı bir komedi! Hem de en beklenmedik biçimde: tamamen saçmalığa kendini adamış bir yeniden çevrim/devam filmi. Akiva Schaffer’ın samimi ciddiyetsizliği sayesinde kendi ayakları üzerinde duruyor. “Hamnet” dışında hiçbir film bu kadar gözyaşı döktürmedi.
6. Sinners
Ryan Coogler’ın başka kimsenin çekemeyeceği kadar kişisel ve riskli bir işi. “Sinners”, blues tınılı bir vampir-gangster müzikali; enerjik, sembollerle dolu ve iki Michael B. Jordan’lı bir kadroyla görsel bir şölen. Her karesi tarih ve anlam yüklü.
7. Sound of Falling
Mascha Schilinski’nin ikinci filmi hem büyüleyici hem de rahatsız edici. Almanya’nın kuzeyindeki aynı çiftlikte, dört farklı zamanda yaşayan dört genç kadının hikâyelerini anlatıyor. Hem bir büyüme hikâyesi hem bir hayalet öyküsü.
8. It Was Just an Accident
İranlı yönetmen Cafer Panahi, kendi hapisliğinden sonraki ilk filminde ahlaki bir ikilemi büyüleyici biçimde ele alıyor: Adalet, işkence ve hapis sonrası neye benzer? Suçlu olduğundan nasıl emin olunur? Karanlık ama aynı zamanda mizahi bir yapım.
9. The Voice of Hind Rajab
Kaouther Ben Hania, “The Voice of Hind Rajab” filminde İsrail-Hamas savaşının ortasında, bir kız çocuğunun yardım çağrısının gerçek ses kaydını kullanarak modern dehşeti beyazperdeye taşıyor. Hikâye tamamen Filistin Kızılayı çağrı merkezinde geçiyor ve yıkıcı bir etki bırakıyor.
10. Urchin, The Chronology of Water ve Don’t Let’s Go to the Dogs Tonight
Bu yıl, tanıdık isimlerin yönettiği üç ilk film dikkat çekti.
'Urchin' Harris Dickinson, Ken Loach ve Mike Leigh tarzında, evsizlik döngüsünü anlatan duyarlı ama net bir sosyal dram sunuyor.
'The Chronology of Water'da Kristen Stewart kamera arkasında da önündeki kadar cesur. Kısaca travma ve ilham üzerine enerjik bir bellek filmi denebilir.
'Don’t Let’s Go to the Dogs Tonight'ta Embeth Davidtz, kendi deneyimlerinden beslenerek Rodezya iç savaşı üzerine cesur ve zarif bir anlatı kuruyor.
Yılın diğer öne çıkanları ise şöyle: “Hedda”, “My Father’s Shadow”, “The Secret Agent”, “The Testament of Ann Lee”, “Blue Moon”, “The Ballad of Wallis Island”, “The Mastermind”, “2000 Meters to Andriivka,” “Splitsville”, “Sorry, Baby”, “Presence”, “On Becoming a Guinea Fowl.”