Avrupa Birliği’nin Hindistan’la ilişkileri güçlendirme yönündeki yoğun çabaları, Yeni Delhi ile Washington arasındaki ikili ilişkilerin bozulduğu bir döneme denk geliyor.
Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Ukrayna’ya yönelik topyekûn işgalin baş aktörü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yıllık Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO) zirvesinde el ele, neşeyle görüntülendi.
Bu, Brüksel’de öfke yaratabilecek bir sahneydi.
Çin’in Tianjin kentinde yapılan iki günlük toplantı, Batı’nın kural temelli düzenine alternatif bir vizyon ortaya koymak üzere özenle kurgulandı. Ev sahibi Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de Modi-Putin el sıkışmasına katılarak bu niyeti pekiştirdi.
Ancak Brüksel’den kınama ve sert tepkiler gelmedi. Bunun yerine uzlaşmacı bir ton tercih edildi.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Antonio Costa, çok yakından takip edilen zirveden sadece birkaç gün sonra Modi ile ortak bir telefon görüşmesi yaptı ve Hindistan liderinin Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy ile temasını “içtenlikle” memnuniyetle karşıladıklarını açıkladı.
Açıklamada, “Hindistan, Rusya’nın saldırı savaşını sona erdirmesi ve barışa giden bir yol oluşturulmasında önemli bir role sahip,” denildi.
Ayrıca, “İleriye bakarak, en kısa sürede, 2026’da yapılacak bir sonraki AB–Hindistan zirvesinde ortak bir stratejik gündem üzerinde anlaşmayı planlıyoruz,” ifadeleri kullanıldı.
Eski ittifakların zayıfladığı, bağlayıcı ilkelerin aşındığı ve varoluşsal kaygıların derinleştiği şiddetli jeopolitik dönüşümler çağında, Avrupa Birliği bu baskıların etkisini hafifletecek yeni ortaklar bulmak için zamanla yarışıyor.
Dünyanın en kalabalık ülkesi Hindistan ise bu tablo içinde en cazip aday olarak öne çıkıyor.
Kâğıt üzerinde Hindistan tüm kriterleri karşılıyor: Hızla büyüyen bir ekonomi, genç bir iş gücü, gelişen yüksek teknoloji sektörü, stratejik bir coğrafi konum ve demokratik bir sistem.
Ticaret hacmi zaten rekor seviyede: Geçen yıl AB ile Hindistan arasında 120 milyar euro değerinde mal ticareti gerçekleşti. Bu rakam, ABD ile Hindistan arasındaki 132 milyar dolar (5,4 trilyon TL) ticareti geride bırakıyor. Hindistan’da faaliyet gösteren yaklaşık 6 bin Avrupa şirketi, 2 milyon doğrudan ve 6 milyon dolaylı istihdam sağlıyor.
İkili iş birliği çok boyutlu ilerliyor; iklim değişikliği, yeşil enerji, deniz güvenliği, doğal afetler ve öğrenci değişim programları gibi alanları kapsıyor. Hindistan, ABD’den sonra AB ile Ticaret ve Teknoloji Konseyi (TTC) kuran ikinci ülke oldu.
'Yapılacak çok daha fazla şey var'
Her iki tarafın yetkilileri de ikili ilişkileri, karşılıklı refah ve güvenliğin henüz tam anlamıyla kullanılmamış bir kaynağı olarak görüyor. Uluslararası dengelerin hızla değiştiği bu dönemde, ilişkileri daha da derinleştirmek için kolları sıvamanın zamanı geldiğine inanıyorlar.
Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen, Şubat ayında Yeni Delhi’ye yaptığı resmî ziyarette, “Son 30 yılda birlikte çok şey yaptık. Ama aslında orada bulunan potansiyelin yüzeyini sadece hafifçe kazıyabildik,” dedi.
Bu ziyaret, von der Leyen’in ikinci dönemindeki ilk yurt dışı seyahatiydi. Tüm Komisyon Kurulu'nun kendisine eşlik etmesi, verilen mesajın net olduğunu gösteriyordu.
Von der Leyen, “AB ve Hindistan, bu yüzyılın en belirleyici ortaklıklarından biri olma potansiyeline sahip. Bu yüzden bu ilişki, Avrupa’nın dış politikasının önümüzdeki yıllar ve on yıllardaki temel taşlarından biri olacak,” ifadelerini kullandı.
Hindistan Başbakanı Modi de aynı şekilde karşılık verdi: “Bu yolculuk, bizim arzumuzu eyleme dönüştürecek en büyük katalizör olacak,” dedi.
Ziyaretin sonunda iki lider, uzun süredir hedeflenen ancak bir türlü gerçekleşemeyen serbest ticaret anlaşmasına yıl sonuna kadar ulaşma taahhüdünde bulundu.
Fırsatı değerlendirmek
Von der Leyen, diplomasiye yaklaşımda “pragmatik” olunması gerektiğini vurgulayarak, geçmişte gerginlik yaratan Hindistan’ın korumacı uygulamaları ya da AB’nin karbon vergisi gibi anlaşmazlıklara odaklanmak yerine ortak çıkarların ve önceliklerin öne çıkarılmasının önemine dikkat çekti.
Bu tutum, Brüksel’in Hindistan’ın Rusya ile sürdürdüğü yakın ilişkilere sert tepki göstermek yerine bunu tolere etmeyi tercih etmesini de açıklıyor.
AB’nin Hindistan’a yaklaşımı, Çin’e yönelik sert tavrıyla açık bir tezat oluşturuyor. Brüksel, Pekin’i defalarca Putin’in savaşının “en büyük destekçisi” olmakla suçladı. Ayrıca Çin, Batı ile haksız sübvansiyonlardan fikri mülkiyet hırsızlığına, dezenformasyon kampanyalarından siber saldırılara ve insan hakları ihlallerine kadar birçok cephede karşı karşıya gelen bir otokrasi olarak öne çıkıyor.
Hindistan ise bu çatışmacı yaklaşımı benimsemekten kaçındı. Bunun yerine kapsayıcı, çok yönlü bir dış politika izleyerek dünyada farklı ittifaklar kurabildi: ABD, Japonya ve Avustralya ile birlikte yer aldığı Quad’dan, Çin, Rusya, Brezilya ve Güney Afrika ile aynı masada bulunduğu BRICS’e kadar.
Egmont Enstitüsü kıdemli araştırmacısı ve Hindistan eski Belçika Büyükelçisi Jan Luykx, bu tabloyu şöyle özetledi:
“Hindistan’ın Moskova ile ilişkisi, Soğuk Savaş dönemine uzanan uzun bir jeopolitik güven geleneğine ve Rus askeri teçhizatına güçlü bir bağımlılığa dayanıyor. AB bu gerçeği uzun yıllardır kabul ediyor.”
“Çin ise Batı ile rekabetinde Rusya’yı kilit bir müttefik olarak görüyor. Çin’in ekonomik desteği olmadan, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşını sürdürmesi gerçekten zor olurdu.”
Brüksel, görüş ayrılıklarını bir kenara bırakıp Yeni Delhi’nin ayrıcalıklı ortaklarından biri olmayı hedefliyor. Zamanlama da uygun görünüyor: Avrupalılar Hindistan’la yakın ilişkiler kurmaya odaklanırken, Amerikalılar kendi ilişkilerini sarsıyor.
ABD politikasında dramatik bir dönüş yapan Donald Trump, Hindistan’ı hedef aldı.
Rusya’dan milyarlarca dolarlık petrol alımlarına karşılık ülkeye yüzde 50 gümrük vergisi getirdi. Hindistan’da öfkeyle karşılanan bu adımın haksız ve keyfi olduğu savunuluyor.
Yeni Delhi yönetimi, Trump’ın aynı yaptırımı Rusya’nın en büyük müşterisi olan Çin’e uygulamamasını çifte standart olarak değerlendiriyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın, Mayıs ayında Hindistan ile Pakistan arasındaki kısa süreli silahlı çatışmayı kendisinin ara buluculuğuyla sona erdirdiği yönündeki sık sık tekrarladığı iddiası, Yeni Delhi tarafından yalanlandı.
Hindistanlı yetkililer, hızlı çözümün Trump’ın değil, kendi askerî güçlerinin sonucu olduğunu vurguladı.
Trump’ın Pakistan Genelkurmay Başkanı Asim Munir’i Beyaz Saray’da görülmemiş bir şekilde öğle yemeğinde ağırlaması ise Hindistan’da rahatsızlığı artırdı. New York Times’ın aktardığına göre Hindistanlı yetkililer, Modi ile Trump’ın telefonda görüşmesinin ilişkileri tamamen kopma noktasına getireceğinden endişe ediyor.
İlişkilerdeki bu keskin bozulma, önceki Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimlerin yıllar içinde Çin’in Hint-Pasifik bölgesindeki etkisini dengelemek amacıyla Hindistan’a yakınlaşmak için sarf ettiği yoğun çabaları da boşa çıkarıyor.
Hindistan’ın jeopolitik önemine dair aynı değerlendirmeyi paylaşan Avrupalılar ise, Trump’ın “yakıp yıkma” tarzı siyasetinden doğan boşluğu fırsata çevirmeye çalışıyor. Ancak AB’nin, ABD-Hindistan ilişkilerindeki çöküşü AB-Hindistan ilişkilerinin yükselişine dönüştürüp dönüştüremeyeceği belirsiz.
Brüksel, özellikle dış politikada, üye devletlerin farklı çıkarlarının ortak karar almayı zorlaştırması nedeniyle, sık sık büyük söylemleri somut adımlara dönüştürmekte zorlanıyor. Ancak şu ana kadar tarafların aynı çizgide hareket ettiği görülüyor.
Observer Research Foundation (ORF) Başkan Yardımcısı Shairee Malhotra’ya göre, AB ve Hindistan artık birbirlerine karşı daha esnek ve pragmatik davranmayı öğrenmiş durumda. İlişkileri “mikroskobik sektör bazlı” tartışmalarla tıkamak yerine daha geniş jeopolitik çerçeveden görmeye çalışıyorlar.
Yeni Delhi’nin “Make in India” (Hindistan’da Üret) girişimiyle yabancı yatırımcıları çekme çabaları, AB için hem Çin’e bağımlılığı azaltmak hem de Trump’ın ihracat odaklı blok üzerinde yüzde 15’lik gümrük vergisiyle yarattığı baskıyı hafifletmek açısından cazip bir ortaklık sunuyor.
Malhotra, Euronews’e yaptığı değerlendirmede, “En önemlisi, Brüksel ve Yeni Delhi’nin birbirine sunduğu şey istikrar ve benzer uzun vadeli hedeflerdir. Bu hedeflere ulaşma yolu zaman zaman sürtüşmeli olsa da potansiyel çok büyük” dedi. “Eğer ABD ile ilişkilerdeki öngörülemez ve istikrarsız gidişat devam ederse, bu durum AB-Hindistan ilişkilerinde ilerlemenin katalizörü olacaktır,” ifadelerini kullandı.