Yorum: Clinton mı Trump mı? ABD başkanlık seçimlerinde en kötüsü ne olabilir?

Yorum: Clinton mı Trump mı? ABD başkanlık seçimlerinde en kötüsü ne olabilir?
© 
By Euronews
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button
REKLAM

Dr. Adam McConnel

Bütün dünya, Amerikan başkanlık seçimlerinin son bir seneki gidişatını dehşet ve tiksinti karışımı bir hissiyatla seyretmekte. Son birkaç seçimdir özellikle Cumhuriyetçilerin kampanyaları ‘demokratik aydınlanma alıştırmaları’ olmaktan uzak olsa da Donald Trump’ın ortaya çıkması ve kampanyası boyunca sergilenen ahlak yoksunluğu ve kibir, herkesi rahatsız etti. Trump’ın karakteriyle ilgili ortaya dökülenler, kampanyayı takip eden herkesi şoke etti.

Amerika Birleşik Devletleri’ne ve demokrasisine neler oluyor? Böyle bir insan nasıl oldu da dünyadaki en önemli siyasi pozisyon için aday olabildi?

İlk ifade edilmesi gereken şey, FBI Direktörü James Comey’in geçen haftasonunda yaptığı son derece şüphe uyandıran açıklamalar üzerinden ortaya çıkan histeriye rağmen bir Trump zaferinin hâlâ muhtemel görünmediği. 3 Kasım Perşembe itibarıyla – yani seçime beş gün kala – Nate Silver’ın fivethirtyeight.com veya predictwise.com gibi bahis ve istatistik sitelerinin tahminlerine göre, Clinton’ın kazanma ihtimali hâlâ yüzde 70’in üzerinde. Son birkaç günkü anketler, tarafların birbirine yaklaştığı bir yarış sinyali verse de istatistiki tahminlerin, son ABD seçimlerine bakılacak olursa, nihai neticeye dair çok daha sağlam ve doğru öngörü kaynakları olduğu kanıtlanmıştır.

Salı günkü seçimde asıl belirleyici unsur, seçmenin katılım oranı olacak. Katılımın yüksek olması durumunda, Trump’ın hiçbir kazanma şansı olmaz. Fakat Demokrat Parti seçmeni, sonuçların zaten belli olduğuna hükmedip de sandığa gitmemeye karar verirse, beklenenden çok daha çekişmeli bir tablo ortaya çıkabilir.

Bu rahatsız edici siyasi ahlaksızlık tablolarının geride bırakılmasından sonra ise en öne çıkan mesele, ABD siyasetinin önümüzdeki yıllarda, yeniden eski nezaket standartlarına, biraz da olsa, kavuşup kavuşamayacağı olacak. ABD, dünyanın en hâkim ekonomik, askeri ve siyasi gücü olmayı sürdürüyor, fakat sahip olduğu demokratik imaj bu ve önceki birkaç seçimde fena halde lekelendi. 2000 yılındaki tartışmalı seçimlerle başlayan, yine tartışmalı bir 2004 başkanlık seçimiyle, daha sonra son iki seçimde seçmene sunulan (2008’de McCain-Palin ve 2012’de Romney-Ryan) Cumhuriyetçi adaylarla devam eden seviye düşüklüğüne bakılacak olursa, ABD başkanlık siyaseti, çok uzun bir düşüş sürecinden geçiyor.

ABD başkanlık siyasetinin yakın gelecekteki akıbeti, Cumhuriyetçi Parti’de gerçekleşen olaylara sıkı sıkıya bağlı. Demokrat Parti’nin 1930 ve 1940’lı yıllarda ilerlemeci sosyo-politik davaları üstlenmesiyle Cumhuriyetçi Parti, kendisini sürükleyen ve fonlayan güçlü kurumsal ve mali çıkarlarla, büyük ölçüde kırsal kesimde yaşayan beyaz Amerikalı seçmenlerin benimsediği muhafazakar, popülist kültürel değerlerin arasındaki sallantılı bir ittifaka bel bağlayageldi. Aradan geçen yaklaşık 60 senede bu seçmen bloğunun nüfuzu, 1970 ve 80’lerde yaşanan siyasi dirilişe rağmen düzenli bir şekilde azaldı.

Donald Trump’ın adaylığı, geleneksel Cumhuriyetçi seçmen bloğunun benimsediği değerlerin, partinin geleneksel liderliğine baskın çıkmış olması halini temsil ediyor; diğer bir tabirle, roller değişmiş durumda. ABD ‘ultra-elitine’ mensubiyetinden gurur duyan bir kişi olsa da Trump, siyasi söylemi adına ve oy kazanma hatırına Cumhuriyetçi Parti’nin popülist tabanına kilitlendi. Önceki seçimlerde yarışan Cumhuriyetçi Parti adayları, Amerikan siyasi literatüründe “köpek düdüğü” olarak ifade edilen şekilde, mesajlarını seçmenlerine dolaylı yollardan verme hususuna büyük dikkat gösterirlerdi.

Irkçılık, bağnazlık ve şovenizm her zaman Cumhuriyetçi Parti’nin söyleminin parçası olmuştur ama [en azından daha önce] bu şekilde göze sokulmuyordu. Trump, Cumhuriyetçi oy tabanının kültürel dünya görüşünün en çirkin yönlerini benimsemekten öte, bu benimsemişliğini hiçbir şekilde gizleme ihtiyacı duymuyor ve bundan pişman da değil. Dolayısıyla, yürüttüğü seçim kampanyası ‘grotesk bir şova’ dönüştü.

Önümüzdeki yıllarda analistler ‘Eski Büyük Parti’nin liderliğini yürüten kıdemli ve seçkin kadronun, parti içindeki siyasi gelişmelerin üstünde yeniden kontrol sağlayıp sağlayamayacağını çok yakından takip ediyor olacaklar. Bu kontrol yeniden sağlanamazsa parti parçalanabilir, zira ABD siyaseti bir merkez siyasetidir. Siyasi yelpazenin, seçmenlerin büyük çoğunluğunun bulunduğu merkezini hangi parti ele geçirirse seçimleri, özellikle de ulusal seçimleri kazanma konusunda en büyük şansa o parti sahip olur. Ancak, Cumhuriyetçi Parti’nin sağcı aşırıcıları, parti teşkilatını tamamen kontrol altına alırsa, o zaman kendileriyle aynı kafadaki muhafazakar beyazların nüfus yoğunluğuna sahip olduğu bölgelerde ancak yerel seviyede seçim kazanması mümkün olabilir.

Bütün dünya ülkelerinde yaşayan insanların farkında olması gereken şey, ABD toplumunun değişmekte olduğudur. Yavaşça fakat emin adımlarla ABD toplumu, Cumhuriyetçi Parti’nin on yıllardır savunduğundan farklı değerleri benimsiyor. Çevreye dair meseleler ile kadınların ve farklı cinsel eğilimden kişilerin önem verdiği konular öne çıktı. Latinler ve göçmen gruplar gibi büyük demokrat seçmen blokları ve gruplara önemli gelen meseleler, eski Cumhuriyetçi beyaz, muhafazakar ve popülist seçmen bloğunun nüfuzunu aşındırmış durumda. ABD’de artık şehirli bir toplum var; taşranın eski değerler sistemi artık siyasi söyleme hâkim değil.

Bu değişiklikler, siyasi partilerin ayak uydurması gereken durumlara işaret ediyor ve Demokrat Parti, siyaset platformunu, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ABD toplumunun değişen realitelerine göre ayarlama konusunda çok daha mahir taraf olduğunu ispat etmiştir. Cumhuriyetçi Parti, kendinden önce var olan Whig Partisi’nin 1850’lerde dağılmasıyla ortaya çıktı. Cumhuriyetçi Parti şimdilerde ‘Whig’lerle aynı kaderi yaşama tehlikesinde gibi görünüyor. Bununla birlikte [böyle bir şey gerçekleşirse] Cumhuriyetçilerin yerini kim alır, bu tamamen meçhul.

Demokrat Parti liderliği de kendi seçmen tabanından gelen bir meydan okumayla karşı karşıya. Bernie Sanders’ın kampanyası, Trump’ın sağda temsil ettiğine benzer bir eğilimi ABD siyasi yelpazesinin solunda temsil ediyordu. Sanders destekçileri Demokrat Parti’nin daha radikal kanadını oluşturuyor ve arkalarından iş çevrildiğine dair ortalığı velveleye vermelerine rağmen, gayet açık ki, Demokrat seçmenlerin çoğunluğunu kazanamadılar. Demokrat Parti’nin liderliği önümüzdeki yıllarda Sanders’tan gelen meydan okumaya karşılık vermek ve partinin bu kanadından gelen siyaset taleplerini merkezi platforma adapte ve dâhil etmek zorunda kalacaktır. Aksi takdirde Demokrat Parti, şu anda Cumhuriyetçi Parti’yi etkilemekte olan iç çatlağın bir benzerini göze almak durumunda kalacak.

Dünyanın 9 Kasım’da bir Trump başkanlığına uyanması her ne kadar muhtemel görünmese de Amerikan siyasetine halihazırda yön veren eğilimler, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partiye belli değişiklikleri dayatacaktır. ABD toplumunun dinamik realitelerine hangi parti daha etkili bir şekilde uyum sağlayabilirse, 2020 ve 2024 seçimlerinden o parti zaferle çıkacaktır. Ve o seçimlere, umulur ki o zamana kadar geri gelmiş olan daha nazik ve medeni bir siyasi dil eşlik eder.

Anadolu Ajansı

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

ABD: 2020 başkanlık seçimleri için Demokratların adayları belli oluyor

Donald Trump'ın 'sus payı' davası başladı

ABD: Temyiz Mahkemesi eski Başkan Trump'ın 'sus payı' davasının ertelenmesi talebini yine reddetti