Nefret söylemi çıkmazında Suriyeli sığınmacılar

Nefret söylemi çıkmazında Suriyeli sığınmacılar
© Flickr/ Mustafa Khayat
By Zehra Yildiz
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button

Yılbaşı gecesi Taksim Meydanı’nda kutlama yapan Suriyelilerin görüntülerinin sosyal medyaya yansıması ile #ÜlkemdeSuriyeliİstemiyorum etiketi en çok tartışılan konu oldu. Türkiye'ye sığınan Suriyeli mültecileri toplum nazarında damgalayan sosyolojik eğilimleri ve medyanın nefret söylemini inceledik

REKLAM

Türkiye’de resmi açıklamalara göre 3,5 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı var. Uzmanlara göre mülteci sayısı resmi rakamların çok üzerinde. Suriye’de 2011'den beri yaşanan savaştan kaçanların hemen hemen yarısı Türkiye’de yaşıyor.

Yılbaşı gecesi Taksim Meydanı’nda kutlama yapan Suriyelilerin görüntülerinin sosyal medyaya yansıması ile Twitter’da #ÜlkemdeSuriyeliİstemiyorum etiketi en çok tartışılan konular arasına girdi.

Toplumda ortaya çıkan birçok ekonomik ve toplumsal sorunun ‘günah keçisi’ olarak görünen Suriyeli sığınmacıların durumu Türkiye gündeminin en hassas konularından biri.

Özellikle sosyal medyada göründüğü haliyle Suriyeliler ya ‘işimizi çalıyorlar’ ya da ‘hırsızlık ve taciz’ olaylarına karışıyorlar. Oysa İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 2014-2017 yılları arasında Suriyelilerin karıştığı olaylar, Türkiye’deki toplam suçların sadece yüzde 1,32’sine denk geliyor. Bu veriler, Suriyeli mültecileri hedef alan nefret söyleminin gerekçelerden yoksun olduğunu gösteriyor. Ancak maruz kaldıkları yaftalama 'sabıka' kayıtlarının çok ötesinde.

Bu şartlarda onları toplum nazarında damgalayan sosyolojik eğilimleri inceledik.

Mülteci kimdir?

1951 Cenevre Sözleşmesi’ndeki tanıma göre mülteci; "ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişidir.”

Türkiye, 1951 Sözleşmesi’nin yanı sıra 1967 Protokolü’ne de coğrafi sınırlama ile taraf. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye sözcüsü (UNHCR) Selin Ünal’a göre Türkiye coğrafi sınırlamayı sürdürmesine rağmen 2014’te yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile birlikte geldikleri ülkeye bakılmaksızın, tüm sığınmacılara ve mültecilere uluslararası standartlara uygun şekilde koruma sağlanıyor.

‘Misafir’ Suriyeliler

Diğer yandan Mülteciler Derneği olarak da bilinen Mülteciler ve Sığınmacılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği ise, Türkiye’ye gelen Suriyelilerin statüsünün mülteci, sığınmacı ya da şartlı mülteci değil, ‘geçici koruma’ altında olarak tanımlandığını açıkladı.

Geçici koruma: “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan korumayı” ifade ediyor.

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi istatistiklerine göre, 2018 itibariyle Türkiye’de geçici koruma kapsamında üç buçuk milyonun üzerinde Suriyeli var.

Türkiye’de resmi olarak geçici koruma kapsamında yer alan Suriyeli sığınmacılara mülteci statüsü verilemediği için ‘misafir’ denildiğini görüyoruz. Mülteciler Derneği, misafir olarak görülen Suriyeli sığınmacıların geçici koruma altında olmasını ‘geleceklerinin bilinmezliği’ sebebiyle risk taşığını belirtiyor.

Teyit.org editörlerinden Suriyeli sığınmacılarla ilgili çalışmalar yapan Gülin Çavuş, misafir söyleminde aslında vurgulanmak istenenin ‘siz burada misafirsiniz, kalıcı değilsiniz’ olduğunu düşünüyor.

Türkiye gibi hukuki olarak mültecilik statüsü olmayan ülkelerdeki göçmenler üçüncü ülkeye mültecilik başvurusu yapamıyor. Öte yandan, Suriye’deki siyasi istikrarın sağlanamaması göz önünde bulundurulursa aslında söz konusu sığınmacıların ‘misafir’ olmadıkları göz ardı edilemez bir gerçek.

Gülin Çavuş ayrıca Türkiye’deki birçok insanın Suriyelilere, “zaten kalmayacak, yarın öbür gün gidecek ya da bizim işimizi ekmeğimizi elimizden alacak” kişiler olarak görüldüğünü belirtiyor.

Hrant Dink Vakfı Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi Proje Koordinatörü Gamze Tosun ve Araştırma Koordinatörü Funda Tekin, Suriyelilerle ilgili bir adlandırma sorununun olduğunu vurguluyor. Kimi zaman ‘misafir’, kimi zaman ‘sığınmacı’, kimi zamansa ‘mülteci’ olan Suriyeliler, hukuki olarak mültecilik statüleri olmadığı için haklardan mahrum kalabiliyorlar.

Ayrıca, Suriyelilerin geçici koruma hakkı statüsünün kendilerine sağladığı hakları bilmediklerini belirten Tosun ve Tekin, bunun ‘misafir’ söyleminden kaynaklandığı görüşünde. Hrant Dink Vakfı Nefret Söyleminin İzlenmesi Koordinatörleri, ‘misafir’ söylemi geçicilik anlamına da geldiği için, bu söylemin ‘eve gelen misafir ve misafiri ağırlayan ev sahibi’ gibi bir hiyerarşik anlam içerdiğini belirtiyor.

Suriyeli sığınmacılara yönelik medyanın kullandığı dil

Ana akım medyada hırsızlık, tecavüz gibi olaylar haberleştirilirken, şüphelinin Suriyeli kimliğine vurgu dikkat çekiyor. İnsan hakları örgütleri, kullanılan dilin toplumda daha çok ‘nefret söylemi’ yarattığını belirtiyor. Bu nedenle medyada kullanılan ‘ayrıştırıcı dil’in toplumda etkisini azaltabilmek için Mülteciler Derneği, ‘Suriyelilerle ilgili doğru bilinen yanlışlar’ adında bir dosya hazırladı.

UNHCR Türkiye sözcüsü Selin Ünal, haber yaparken, içerik, dil ve görsellerin yanında kullanılan terminolojinin de önemini vurguluyor. Ünal, ‘mülteci’ ve ‘göçmen’ terimlerinin medyada ve kamu söyleminde birbirinin yerine geçebilir şekilde kullanıldığını belirtirken, mültecilere sığınma imkanı verilmediği zamanlarda, kişinin ülkesinde bulunan risklerden dolayı, bunun ölümcül sonuçlar getirebileceğini açıklıyor. Göçmenleri ise genellikle bu tarz ölümcül risklerin beklemediğini açıklayan Ünal’a göre bu sebeple, medyada iki kavramın birbiriyle karıştırılmamasına özen gösterilmeli.

REKLAM

Teyit.org’dan Gülin Çavuş’a göre, Suriyelilere yönelik nefret söylemine neden olan iki önemli nokta var: Suriyelilere yönelik devlet yardımı konusunda yayılan iddiaların ayrımcı bir dil kullanılarak yapılması ve Suriyelileri daha kriminalize eden, yani daha çok suç işlediğine yönelik iddiaların yayıldığı yanlış haberler. Çavuş’a göre bu durum, ayrımcılığı pekiştiren bir dilin oluşmasına sebep oluyor.

Hrant Dink Vakfı

Gülin Çavuş’a göre, Suriyelilere yönelik nefret söyleminin oluşması ve artmasına sebep olan diğer bir sorun, Suriyelilere yapılan yardımlar konusunda kurumların yeterince şeffaf olmaması. Suriyelilere yapılan yardımların çok büyük bir kısmının Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) tarafından yapıldığını belirten Çavuş, “yardımların bu kurumlar tarafından yapıldığı halka net şekilde ifade edilmiyor” diyor. Ayrıca, “Suriyelilere daha fazla ayrıcalık tanındığı ve devletin kendi vatandaşlarını korumadığı” gibi algıların oluştuğu da görülüyor. Bu nedenle Çavuş, kurumların şeffaflığının ve bilgi vermesinin ayrımcı dili de engelleyebileceğini belirtiyor.

Hrant Dink Vakfı

Hant Dink Vakfı'ndan Funda Tekin şu ifadeleri kullandı: “Suriyeliler medyada sıklıkla suçla ilişkilendiriliyor. Onun dışında, daha çok sayıyla nitelendirmeler yapılarak homojen bir grup olarak temsil ediliyorlar. Aslında onların birey olarak varlıklarını ve farklılıklarını göz ardı eden, topyekün aynı gruptan bahsediyormuş gibi söylemler var.”

Funda Tekin ayrıca, mültecilerin medyada sessizleştirilerek kendilerine haber kaynağı olarak yer verilmediğini vurguluyor. Tekin’e göre Suriyeliler, ana akım medyada, özellikle satır aralarında, tehdit olarak temsil ediliyor.

Suriyelilerin sürekli suçla ilişkilendirildiğini dile getiren Tekin, etik olarak kişinin işlediği suçun, onun kimliğine, ırkına ya da dinine bağlanamayacağının altını çiziyor. Aksi durumlarda, doğal olarak söz konusu grup hakkında ya da kimlik hakkında ön yargılalar ortaya çıkıyor. Tüm bu sürecin bir sonucu olarak, bahsi geçen grup içine kapanık bir şekilde sessizleşiyor.

REKLAM

Suriyelilere yönelik yapılan saldırılar

Mülteciler Derneği, toplumda Suriyelilere karşı yapılan saldırıların, mültecileri kabullenememe, siyasi nedenler, kültür farklılığı, halk arasında yayılan yanlış bilgiler ve benzeri nedenlerden kaynaklandığını açıkladı. Teyit.org’dan Gülin Çavuş’a göre ise, yapılan yanlış haberler ve ayrımcı dil toplumsal boyutta fiziksel şiddete varan sonuçlar doğuruyor. Ankara’dan bir örnek veren Çavuş, Demetevler’de kız çocuklarının Suriyeliler tarafından taciz edildiği söylentileri üzerine grupların birbirine girdiğini, bu kişilerin ise sosyal medyada dolaşan yanlış haberlerden dolayı kendi aralarında örgütlenerek fiziksel şiddete varan eylemler gerçekleştirdiklerini söyledi. Yine başka bir analizden örnek veren Çavuş, Bursa’da bir kadının iki Suriyeli erkek tarafından tecavüz edilip öldürüldüğü yönünde bir haberin yayıldığı, fakat Teyit.org'un iddiaların asılsız olduğunu ispatlandığını belirtti.

Suriyelilerin KPSS’ye girmeden memur olabilecekleri gibi sosyal medyada çıkan yanlış haberleri teyit etmenin zorluğundan da bahseden Çavuş, Teyit.org olarak en büyük sıkıntılarının ‘olmayan bir şeyi kanıtlamanın zorluğu’ olduğunu söyledi.

Suriyelilere yönelik saldırılara neden olan yalan haberlerden bir diğeri ise, İzmir’de üniversite öğrencisi bir kadının, Suriyeli bir kişi tarafından tacize uğradığını iddia etmesiydi. Bu asılsız suçlama mahalle sakinlerinin Suriyeli sığınmacıyı linç etmesine yol açtı. Öte yandan Ankara’da Suriyelilerin dükkanlarına saldırıldı ve Samsun’da denize giren kadınların fotoğraflarını çektikleri iddia edilen iki Suriyeli genç etraftakiler tarafından darp edildi. Olayın devamında sosyal medya üzerinde #SuriyelilerSınırdışıEdilsin etiketiyle Suriyelilere karşı nefret söylemleri artmaya başladı.

Olayların üzerine İçişleri Bakanlığı Suriyelilerin suç işleme oranı daha yüksek gibi iddiaların gerçek olmadığını açıkladı ve sükunet çağrısı yaptı.

Suriyeli çocuklar / UNHRC Türkiye

İnsan hakları örgütleri, Suriyelilere yönelik artan saldırıların ve nefret söylemlerinin önüne geçebilmek için devletin göç politikalarının önemli yeri olduğunu savunuyor.

REKLAM

Türkiye, Suriyeli mültecilerin maruz kaldığı nefret dilinden dolayı eleştirilerin hedefinde olsa da, ‘açık kapı politikası’ uzmanlar tarafından takdirle karşılanıyor. Mevcut sorunların Türkiye’nin göçmen alımı konusundaki deneyimsizliğinden kaynaklandığını belirten İnsan hakları savunucuları zamanla sistemin olgunlaşacağı görüşünde.

Türkiye toplumunun ‘çok anlayışlı ve çözüme yönelik bir şey yapmaya istekli olduğunu’ belirten Gülin Çavuş, yapılan araştırmalara dayanarak, Türkiye’deki vatandaşların Suriyelileri zor durumda bırakacak koşullarına geri dönmelerini kabul etmediklerinin altını çiziyor.

“Mağdur mağduru eziyor”

Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılarla ilgili çalışmalar yapan bazı uzmanlara göre, Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve refah seviyesi yüksek olmadığı için “mağdur mağduru eziyor.”

Türkiye’de saha çalışmaları yapan ve ismini vermek istemeyen bir uzman şu ifadeleri kullandı: “Normal bir sıvacının günlük 50 Liraya yaptığı bir işi Suriyeli işçi günlük 20 Liraya yapıyor. İki tarafın da çözümü yok; hayatta kalmak için bu işi yapmaktan başka çareleri yok. Ayrıca ülkede işsizlik seviyesi yüksek. Suriyeli işçi ‘yabancı ve düşkün (aç)’, bu nedenle maalesef nefret söylemleri artıyor.”

İnsan hakları savunucularına göre Suriyelilere yapılan yardımların AB ve BM gibi kurumlardan yapıldığı medyada çok yer almadığı için, Suriyelilerin kendileri de ‘devletin parasını almış gibi hissediyor ve topluma karşı mahcubiyet duyuyorlar.”

REKLAM

Ayrıca Suriyeli sığınmacıların, “savaş bitsin, her şey eskisine dönsün de evimize geri dönelim” düşüncesinde olduğunu belirten insan hakları örgütleri, ölümü arkalarında bırakarak çaresiz bir şekilde Türkiye’de olduklarını, bu nedenle toplumun empatisinin çok önemli olduğunu belirtiyor.

Görüştüğümüz uzmanlar ve insan hakları savunucuları, medyayı ayrıştırıcı dilden uzak durmaya çağırıyor. Ayrıca, Suriyeli kimliğinin öne çıkarılarak sığınmacıların sürekli suçla ilişkilendirilmesinin toplumsal boyutta tehlikeli sonuçlara varabileceğine vurgu yapıyor.

Diğer yandan insan hakları örgütleri Türkiye’nin dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olduğunun ve ölümden kaçarak gelen Suriyelilere misafirperver tutumunu sürdürdüğünün unutulmaması gerektiğinin altını çiziyor.

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Avrupa Parlamentosu'ndan Türkiye'deki Suriyeli sığınmacılara 485 milyon euro ilave kaynak

Konya'da "Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin" afişleri gelen tepkiler üzerine kaldırılıyor

İngiltere, Türkiye'ye sınır dışı işlemlerini hızlandırmak için özel anlaşma arayışında