Euroviews. Korku ve endişe siyasetinin yerine, yeniden müzakere kültürü - Görüş

Korku ve endişe siyasetinin yerine, yeniden müzakere kültürü - Görüş
By Mustafa Kurdaş
Haberi paylaşınYorumlar
Haberi paylaşınClose Button
Yorum sayfamızda yayınlanan makaleler, euronews'in editoryal görüşünü yansıtmaz.

Sadece bir siyasi parti olan iktidar partisi, kendisinden başka bir partinin bu ülkeyi yönetmeye hakkı olmadığını düşünüyor. Kendisinden başka bir partinin bu ülkede iktidara gelmek istemesini ve ülkeyi yönetmeye talip olmasını da adeta suç olarak görüyor, gösteriyor.

REKLAM

Mustafa KURDAŞ / Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni

Hafta sonu yapılacak olan seçimler, Türkiye’de 1946’dan beri yapılmakta olan seçimlerden “herhangi birisi” değil.. Yetmiş yıllık çok partili siyasi hayatta muhtıralar görmüş, süreçler yaşamış, askeri darbelere maruz kalmış ülkenin ilk kez tecrübe edeceği bir “yönetim değişikliği”ne geçiş yapılmış olacak bu seçimin sonunda… Sandık bir iktidar çıkarmayacak; sandık yeni yönetim tarzına, yeni sisteme geçişi başlatacak. Parlamenter sistemden “Cumhurbaşkanlığı” sistemine, “kuvvetler ayrılığı” prensibinden, Meclis’in ve denetim mekanizmalarının zayıflatıldığı “erklerin tek elde toplanacağı” bir bilinmeze kapı açılacak. Yargının siyasallaşması tartışmalarının hiç bitmediği ülkede, “adalet” üzerindeki tartışmaların biraz daha artacağı bir başlangıç olacak bu.

Türkiye’nin 25 Haziran seçimine başka bir “sistemle” uyanacak olması seçimlerin havasına da etki ediyor. Seçilmek için “Yüzde 50+1” gerekliliği ve Referanduma uyum için yapılan yeni düzenlemeler siyasi partiler arasındaki “ittifak” olgusunu da zorunlu hale getirdi. Yüzde 50’den +1 oy fazla alacak adayın ülkenin başına geçeceği bu seçim yönteminde “kutuplaşma” ve “ötekileştirme” söylemlerini de tetikleyeceği kaçınılmaz görünüyordu. 

1970’lerdeki “sağ” ve “sol” ideolojik ikiye bölünme durumu, 24 Haziran seçimlerinde yeniden karşımıza çıkacak mıydı? Türkiye, Ak Parti’nin yörüngesinde “sağ”, CHP’nin etkisinde de “sol” olmak üzere bir politik bölünmüşlük yaşar mıydı? 2002 seçimlerinden beri neredeyse kazandığı bütün seçimlerde “Aman CHP gelmesin” korkusunu kampanyalarının ana ekseni yapan Ak Parti, yüzde 10 barajlı seçimde yine CHP ve kutuplaşma üzerinden mi prim yapacaktı?

Türkiye bu sorulara cevap ararken, cevapların güzergahında Saadet Partisi karşınıza çıkıveriyor. Saadet Partisi’nin “İyi Parti, CHP ve DP”nin de içinde yer aldığı Millet İttifak’ında yer alması aslında seçimin seyrini değiştirmekle kalmadı; ittifakların ve siyasi partilerin tamamının seçim kampanyalarına da doğrudan etki yaptı. Aslında Saadet Partisi, kendi kampanyasını planlamak ve yürütmek bi tarafa, Türkiye’deki seçim ikliminin oluşmasında “en etkin rol oynayan” siyasi parti haline geliverdi. Daha önceki seçimlerde almış olduğu oy oranıyla etki alanı birbiriyle kıyaslanamayacak kadar farklılık arz eden Saadet, “oyun kurucu” bir misyonu üstlendi. Millet İttifakı’nın kurulmasında iktidar partisinin eleştiri oklarını yönelttiği Saadet Partisi, giderek ülkenin üzerinde en çok konuşulan siyasi partisi haline geldi. Kimi aday gösterecek, kimle ittifak kuracak derken Saadet siyasetin gündemini belirleyen, her kesimden insanların kulak vermeye başladığı bir siyasi parti haline geldi…

Nasıl bir Türkiye?

Ak Parti Türkiye’sinde her kapı Erdoğan’a açılıyor. Ya Recep Tayyip Erdoğan konuşacak.. Ya da Recep Tayyip Erdoğan konuşulacak... Methiyeler, alkışlar, övgüler hep ona olacak. Kimse bir başka kişiyi beğenemez. Ondan başka kimse doğru bir şey, güzel bir şey söyleyemez. Bu ülkede, hatta gök kubbe altında bütün doğrular sadece Recep Tayyip Erdoğan'ın... Bir başkası ancak Erdoğan himmet ederse, O müsaade ederse doğru şeyler söyleyebilir… Doğru da olsa söylenen şey, yüksek müsaade yoksa eğer söyleyen ya ihanet ediyordur ya da ülkeyi bölüyordur.

Sadece bir siyasi parti olan iktidar partisi, kendisinden başka bir partinin bu ülkeyi yönetmeye hakkı olmadığını düşünüyor. Kendisinden başka bir partinin bu ülkede iktidara gelmek istemesini ve ülkeyi yönetmeye talip olmasını da adeta suç olarak görüyor, gösteriyor.

Hatasız, günahsız bir lider, hatasız günahsız bir parti yaklaşımı ülkeyi her alanda çıkmaza sokuyor. “Ak Parti=Devlet” formülü giderek devleti partileştiriyor, partiyi de devletleştiriyor. Kendisini adeta “kutsallaştıran” ve “eleştirilemez” varsayan, bu varsayımı da bütün topluma kabul ettirmek isteyen “dayatmacı” yaklaşım diğer bütün krizlerin de ana kaynağını oluşturuyor.

Peki Saadet Partisi ne diyor?

#Değiştir etiketini kampanyanın merkezine oturtan Saadet Partisi, “adaleti/hakkaniyeti” öne çıkararak seçmendeki sessiz tepkileri tetikleyecek, haklı itirazları cesaretlendirecek bir “başrol” oyuncusu görüntüsü veriyor. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, söylemleriyle, çağrılarıyla, üslubuyla muhalefetin de römork lideri haline geldi. Önce Saadet Partililerin, şimdilerdeyse neredeyse bütün muhalefetin“Bilge Başkan” olarak kabul ettiği Karamollaoğlu, hem ülkede haklı itirazların yolunu açıyor hem de muhalefeti toparlıyor. Sadece “başarılı” demekle geçiştirilemeyecek bir siyasi dil geliştiren Saadet Partisi, “çok başarılı” olarak tanımlanacak kapmasıyla iktidarın medya ambargolarını yıkıyor. Temel Karamollaoğlu ile bütünleştikçe, Karamollaoğlu’nun vukufiyeti, bilgeliği kampanyaya sirayet ettikçe daha da etkin seyrediyor kampanya..

Temel Karamollaoğlu’na iktidardan umudunu kesenler büyük bir sempati beslerken, iktidar çevreleri ise tepkili. Temel Karamollaoğlu’na kızılıyor. Çünkü artık Karamaollaoğlu merak ediliyor, takip ediliyor, heyecanlandırıyor… Hatta sanılanın aksine Karamollaoğlu, Ak Parti tabanı da heyecanlandırıyor. Temel Bey’in ne söyleyeceğini sadece memnuniyetsizler değil, iktidar mensupları da merak ediyor… Ak Partililer bile artık Erdoğan’dan çok Karamollaoğlu’nun ne söyleyeceğini merakla bekliyor… Karamollaoğlu, sadece kendi tabanını değil, sadece kendi partisinin potansiyel seçmenini değil…Bütün kesimleri etkileyen bir umudu yakalamış görünüyor.

Konuşmalarında hakikatli meselelere değiniyor; dokunulmamış, dokunulması adeta yasak addedilmiş ne varsa hepsinin üzerine titizlikle, hassasiyetle ve de özellikle gidiyor.

Duymadım, görmedim, bilmiyorum demiyor; meseleleri kesinlikle mesele ediniyor.

Temel Karamollaoğlu; sindirilmiş düşünceyi, korkak düşünceyi, korkutulmuş düşünceyi cesaretlendirmeye çalışıyor. Ona kulak kesilen, kulak kabartanlar da giderek artıyor. Türkiye onu dinledikçe “düşünmeye” çalışıyor.

Kabul edelim ki, dünyanın en zor işlerinden birine soyunmuş görünüyor Saadet Partisi ve genel başkanı. Neredeyse bir elmanın tam ortasından ikiye bölündüğü gibi bölünmüş, kutuplaşmış, kamplaşmış hatta birbirine düşmanlaşmakta olan insanların ülkesinde “bi’ düşünün” çağrısı hiç de kolay iş değil.

İktidarıyla muhalefetiyle, sağcısıyla solcusuyla, muhafazakârıyla Atatürkçüsüyle, fakiriyle zenginiyle herkesin üzerinde pozitif etkiler bırakıyor. Karamollaoğlu her kesimden aldığı bu “elektriği” “dip dalga” olarak tanımlıyor.

Temel Karamollaoğlu’nun onlarca televizyonu, onlarca gazetesi yok.

Saadet Partisi’nin hazine yardımı da yok.

Karamollaoğlu’nun “Medya padişahınsa, sosyal medya bizimdir” twitt’iyle her şey değişti. Saadet Partisi, e-mitingler, twitter, youtube kanalları ile gençlere ulaşmayı başardı. Milli Görüş hareketi belki de yarım asırlık tarihinde ilk kez gençlere böylesine etkili bir dokunuş yapabildi. Sosyal medya Türkiye’de bugüne kadar hiç bu kadar etkin kullanılmamıştı.

REKLAM

Promter kullanmayan, yazılı metinler üzerinden nutuk atmayan “lider” olarak dikkat çeken Temel Karamollaoğlu, Türkiye’de insanların uzun zamandır özlemini duyduğu “samimiyetiyle” de sempati topladı. “Size niçin Bilge Başkan diyorlar” diye sorulduğunda; “Yaşlı diyemedikleri için” diyebiliyor…

Korku ve endişe siyasetinin yerine, müzakere istiyor… Siyasette müzakere kültürünün yeniden yeşermesi için büyük fedakârlıklar yapıyor… Aslında Türkiye’nin yeniden normalleşmesinin adımlarını atıyor.

Fikrini dayatmayı değil, müzakereyi tercih ediyor. Herkesle bir araya gelmeye, herkesi dinlemeye özellikle dikkat ediyor. Bu konuda mahalle baskısı gibi “baskın” yaklaşımları da göğüsleyerek bunu yapabiliyor.

2002 seçimlerinden beri Türkiye’de bütün seçimleri kazanan iktidar partisi, hemen her seçime “seçimi kazanmak” duygusuyla girdi. İktidar partisi ilk kez bu seçimlere “seçimi kaybetmemek” kaygısıyla giriyor. Türkiye’deki yüzde 10’luk seçim barajı nedeniyle “barajı aşamaz” engelini “Millet İttifakı” ile ortadan kaldıran Saadet Partisi ise uzun zamandan sonra çok büyük umutlarla seçime giriyor. Saadet Partisi lehine bir rüzgar var… Oluşan sempati iklimi var… Her kesimde oluşan bu sempati, bu iklim oya dönüşecek mi, dönüşmeyecek mi? Ya da bu ilginin, sempatinin, alkışların ne kadarı sandıktan çıkacak? Bu sorunun cevabını pazar günü göreceğiz. Fakat bugünden belli olan bir şey var ki, bu seçimler ileriki tarihlerde konuşuldukça Saadet Partisi ve Temel Karamollaoğlu da mutlaka konuşulacak..

Mustafa KURDAŞ / Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni

REKLAM

Yorum sayfamızda yayınlanan makaleler, Euronews'ün editoryal görüşünü yansıtmaz

Bu haberlerimiz de ilginizi çekebilir

Seçime 5 kala, Saadet Partisi ‘Değiştir’ diyor

Saadet Partililer seçimlerle ilgili ne düşünüyor?

Haberi paylaşınYorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Faiz gideri: Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi

Malatya'da 5,2 büyüklüğünde deprem meydana geldi

AK Parti’nin İstanbul ilçe belediye başkan adayları belli oldu