Newsletter Haber Bülteni Events Etkinlikler Podcasts Video Africanews
Loader
Bize Ulaşın
Reklam

Fahrettin Altun: Türkiye'nin önceliği Suriye'nin toprak bütünlüğü, siyasi birliğinin korunması

İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun
İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun ©  T.C. İletişim Başkanlığı - Cleared
© T.C. İletişim Başkanlığı - Cleared
By Emre Basaran
Yayınlanma Tarihi
Haberi paylaşın Yorumlar
Haberi paylaşın Close Button

Euronews'e verdiği mülakatta bölgesel gelişmeleri değerlendiren Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye'nin AB üyeliği hedefinden 'asla vazgeçmediğini' de vurguladı.

REKLAM

Türkiye, hem coğrafi konumu gereği hem de NATO üyesi olması sebebiyle jeostratejik açıdan büyük önem taşıyan bir ülke.

Uzun yıllardır Avrupa Birliği (AB) üyeliği hedefi olan ülke, son yıllarda Batılı müttefiklerinin eleştirilerine de muhatap oluyor.

Bununla beraber, Türkiye'nin diplomatik ve askeri olarak bölgeye etkisi yadsınamayacak boyutlarda.

Bu etkinin en son örneği Suriye idi. Beşar Esad yönetiminin devrilmesinde Türkiye'nin büyük payı olduğu ortaya çıkarken, pek çok analist Türkiye'nin yeni Suriye realitesinden en kârlı çıkan ülke olduğu yorumunda bulundu.

Yeni Suriye şekillenirken Euronews, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'la bölgesel gelişmelere ve gündemdeki yerini koruyan yapay zeka teknolojilerine dair bir mülakat gerçekleştirdi.

Euronews: Suriye’deki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz, Türkiye’nin pozisyonu nedir? Esad yönetiminin kısa sürede çökmesi, Türkiye’nin Rusya ve İran ile yaptığı diplomasinin bir sonucu olduğu söyleniyor, doğru mu?

Türkiye, tarihi boyunca hakkın, adaletin ve mazlumların yanında yer almış bir devlettir. Devletimiz Suriye’de de bu duruşunu muhafaza etmekte, kardeş Suriye halkının yaralarını sarmak, kalkınmasına katkıda bulunmak ve barışa hizmet etmek için samimi çabalarını sürdürmektedir. Bu doğrultuda, yerel halkın huzur ve emniyetine öncelik vermekteyiz. Bu amaçla da Suriyeli muhacirlerin “gönüllü, güvenli ve izzetli” bir şekilde ülkelerine dönüşünü temin etmeye çalışıyoruz.

Suriye meselesi, sadece bölgesel bir kriz olarak değerlendirilemez çünkü bu küresel tesirleri olan hayati bir meseledir. Türkiye olarak önceliğimiz Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasi birliği ve üniter yapısının muhafazasıdır. Zira bu durum hem bölgenin salahiyeti hem de Suriye halkının istikbali için zaruridir.

Türkiye, Suriye krizinin başından bu yana Suriye halkının meşru taleplerini ve haklarını savunmuş, onların iradesine saygı göstermiştir. Bu süreçte de Suriye halkının kendi geleceğini tayin etme çabaları ve direnişi esas belirleyici unsur olmuştur. Cumhurbaşkanımızın vizyonu çerçevesinde Dışişleri Bakanlığımız yoğun bir diplomasi trafiğinde yürüttüğü çalışmalarla, bölgedeki tüm taraflarla diyalog kanallarını açık tutarak Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması ve kalıcı bir barışın tesis edilmesi için büyük bir çaba sarf etmektedir. Türkiye'nin Rusya ve İran ile yürüttüğü diplomasi de bu doğrultuda Suriye'de kalıcı bir barış ve istikrarın tesis edilmesi amacıyla uluslararası toplumla birlikte hareket etme çabasının bir parçasıdır. Bu bağlamda Türkiye'nin önceliği her zaman Suriye'nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunması olmuştur.

Neticede Türkiye, Suriye topraklarında herhangi bir siyasi mühendislik yahut etnik tefrika çabasına katiyen müsamaha göstermeyecektir. Suriye topraklarında yuvalanan terör örgütlerinin varlığı yalnızca ülkemizin sınır güvenliğini değil, bölgenin istikrarını da tehdit etmektedir. Bu sebeple Türkiye, terörle mücadelede kararlı bir şekilde saf tutmaya devam etmekte kararlıdır. Gerek ABD olsun gerek Rusya ya da İran, uluslararası aktörlerle iş birliği içinde, adalet ve hakkaniyet temeline dayanan çözüm odaklı bir siyaset izlemekteyiz. Bizim için Suriye; yalnızca bir komşu ülke değil, tarihî ve insani bağlarla yekvücut olduğumuz bir coğrafyadır. Türkiye, adaletin müdafii ve mazlumların hamisi olarak bölgenin huzur ve istikrarı için gayretlerini sürdürmeye devam edecektir.

Euronews: Türkiye’nin arabuluculuk çabaları en son Somali ve Etiyopya görüşmelerinde görüldü. Bu arabuluculuk çabaları Rusya ve Ukrayna arasında da devam ediyor mu, ülkelerin İstanbul’da bir araya gelmeleri mümkün olabilir mi?

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye, barışın ve istikrarın tesisi hususunda önemli bir aktör olarak tarihsel sorumluluğunu yerine getirmektedir. En son gerçekleştirilen Somali ve Etiyopya arasındaki görüşmelerden Karadeniz Tahıl Anlaşması’na kadar uzanan geniş bir yelpazede arabuluculuk görevini başarıyla icra etmiştir. Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna arasında başlattığı diplomatik süreç de bu doğrultuda kayda değer bir örnek teşkil etmektedir. İstanbul, söz konusu süreçte bir barış platformu olarak takdim edilmiş ve uluslararası alanda büyük takdir toplamıştır.

Ülkelerin, İstanbul’da tekrar bir araya gelmesi elbette mümkün olabilir. Bu bağlamda Türkiye istikrarlaştırıcı güç olarak gerek insani konularda gerekse de barış müzakerelerinin başlatılması için her türlü desteği sunmaya hazırdır. Rusya ve Ukrayna arasındaki krizin daha da derinleşmesini engellemek için tüm tarafların yapıcı ve sorumlu bir tavır sergilemesi gerektiğine inanıyoruz. Türkiye olarak, sadece bölgesel barışın değil, küresel istikrarın temini adına da her türlü gayreti göstereceğiz nitekim gösteriyoruz da.

Euronews: Türkiye’nin AB üyeliği isteğinden vazgeçmediğini biliyoruz. 2025’te bu konuyla alakalı bir gelişme bekliyor musunuz?

Türkiye’nin AB’ye üyelik hedefi, stratejik vizyonumuzun bir parçasıdır. Bu süreç sadece bir dış politika tercihi değil, aynı zamanda demokrasiye olan bağlılığımız ile kalkınma ve küresel iş birliği konusundaki çabalarımızın da bir tezahürüdür. Türkiye, üyelik hedefinden hiçbir zaman vazgeçmedi. 2025 yılı bu anlamda yeni fırsatların doğabileceği bir yıl olabilir. Ancak şunu açıkça ifade etmeliyiz ki, Avrupa Birliği'nin yaklaşımı da bu sürecin belirleyici unsurlarından biridir. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi AB, uluslararası arena da etkin bir rol oynamak istiyorsa Türkiye’yi üyeliğe kabul etmek durumundadır.

Türkiye her zaman AB ile iş birliğini güçlendirmeye hazır bir duruş sergilemiştir. Üyelik sürecinde karşı karşıya kalınan çifte standartların ortadan kalkması, yapıcı bir diyalog ortamının oluşması en temel beklentimizdir. Gelecek dönemde, özellikle küresel ve bölgesel krizlerin ortak çözüme kavuşması adına AB’nin Türkiye ile daha güçlü bir iş birliği geliştirme ihtiyacını göreceğimize inanıyoruz.

Euronews: Magdeburg’daki saldırının bir İslam karşıtı tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Avrupa’da aşırı sağın yükselişi göz önünde bulundurulduğunda bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle bu saldırıyı en şiddetli şekilde kınadığımı belirtmek istiyorum. Hayatını kaybedenlerin ailelerine, Alman halkına ve hükümetine baş sağlığı diliyorum.

Magdeburg’da gerçekleşen saldırının bir İslam karşıtı tarafından düzenlenmiş olması, Avrupa’da yükselen aşırı sağın ve İslam düşmanlığının ulaştığı endişe verici boyutları bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu tür saldırılar yalnızca Müslüman toplulukları değil aynı zamanda Avrupa’nın birlikte yaşama kültürünü ve toplumsal barışını da derinden sarsmaktadır.

Son yıllarda Avrupa’da aşırı sağın “yeni normal” olarak algılanmaya başlaması ve İslam karşıtı söylemlerin sıradan bir retoriğe dönüşmesi, nefret suçlarının artmasına ve toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesine zemin hazırlamaktadır. Müslümanlar Avrupa’da sosyal hayatlarında ayrımcılıkla, iş hayatlarında dışlanmayla ve giderek artan şekilde fiziksel saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Ancak bu mesele yalnızca İslamofobi olarak değerlendirilmemelidir; bu, aynı zamanda Avrupa’nın toplumsal uyumunu tehdit eden ciddi bir güvenlik ve insan hakları krizidir.

Bu tür hadiseler, Müslümanların sistematik olarak ötekileştirilmesinin ve ayrımcılıkla yüz yüze bırakılmasının yalnızca bu topluluklara zarar vermediğini aynı zamanda Avrupa’nın demokrasi, insan hakları ve toplumsal dayanışma gibi temel değerlerini aşındırdığını açıkça ortaya koymaktadır. Avrupa’nın barış ve bir arada yaşama ideali, bu sorun karşısında sessiz kalınarak değil aksine güçlü bir iradeyle köklerine inilip çözüm üretilerek korunabilir.

Bu nedenle, İslam karşıtlığıyla mücadele etmek için net bir duruş sergilenmeli ve somut adımlar atılmalıdır. Nefret suçlarını caydıracak hukuki düzenlemeler hayata geçirilmeli, toplumsal hoşgörü ve kapsayıcılığı artıran eğitim ve politika çalışmaları önceliklendirilmelidir. Tüm Avrupa ülkeleri olarak, farklılıklarımızın zenginlik olduğu bilinciyle hareket etmeli ve toplumsal dayanışmayı güçlendiren politikaları uygulamaya koymalıyız. Aksi halde, huzur ve istikrarın korunması mümkün olmayacaktır.

Euronews: Yakın zamanda “İletişimde Yapay Zekâ: Eğilimler, Tuzaklar ve Dönüşüm” temalı Stratcom Forum’24’ü gerçekleştirdiniz. Türkiye’nin yapay zekâ stratejisini nasıl tanımlarsınız?

Türkiye, geliştirdiği Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi ile küresel ölçekte değer üreten sürdürülebilir bir yapay zekâ ekosistemi kurma gayreti içindedir. Bu strateji; yapay zekâ uzmanları yetiştirmek, istihdamı artırmak, araştırmayı/yenilikçiliği teşvik etmek, kaliteli verilere, teknik altyapıya erişimi genişletmek, sosyoekonomik uyumu hızlandırmak ve uluslararası iş birliklerini güçlendirmek gibi çok önemli hedefleri içermektedir. Türkiye, bu hedeflere ulaşmak adına büyük bir çaba sarf etmektedir.

Yapay zekâ stratejimizin bir diğer önemli yönü de bu teknolojinin sebep olduğu sosyoekonomik dönüşümde toplumsal, kültürel ve insani değerlerin korunmasına özen göstermektir. Bu süreçte en fazla üzerinde durduğumuz meselelerden biri veri mahremiyetidir. Yapay zekâ modellerinin hırçın veri politikalarına karşı kendi bulut stratejimizi oluşturmayı amaçlıyoruz. Bu bağlamda dezenformasyonla mücadeleyi bir politika alanı olarak kurumsallaştırıyor ve doğru bilginin, hakikatin hükümferma olması için tüm gücümüzle çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

İletişim Başkanlığı olarak halkı yanıltan ve manipüle eden yalanların karşısında duruyor, hakikatin ve doğru bilginin yayılması için azimle mücadele ediyoruz. Türkiye olarak bu çabalarımızla yalnızca dijital teknolojilerin sorumlu bir şekilde kullanılmasını değil aynı zamanda toplumun güvenliğini ve huzurunu da temin etmeyi amaçlıyoruz.

Euronews: Yapay zekâ kavramı ele alındığında genellikle fırsatlar akla geliyor ancak yapay zekânın getirdiği tehditler de bulunuyor. Bu noktada sizin yaklaşımınız nedir, bu tehditlere karşı nasıl önlemlerden söz edilebilir?

Yapay zekâ araçları dünyamızı ve bütün sektörleri hızla değiştirmektedir. Bugün yapay zekâ stratejik iletişimde ezber bozan bir güç olarak karşımızda durmaktadır. Kısa süre önce yalnızca bilim kurgu filmlerinde hayal edilebilen fikirler, bugün herkesin kolaylıkla erişebileceği bir noktaya gelmiş olsa da teknolojinin bu pozitif yönlü ilerleyişi doğru amaçlarla kullanılmadığında bir dijital silaha dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Algoritmaların kontrol ettiği bir dünyada, bireylerin sadece yankı odalarına hapsolması, toplumsal kutuplaşmayı körüklemekte ve hakikatin yerini yalanlar almaktadır. Bu durum, yapay zekanın etik ilkelerle yönetilmesi gerektiği gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu durum yeni fırsatlar yarattığı gibi yeni tehditleri de beraberinde getirmektedir. Bu imkanları kötücül amaçlar için kullananların varlığı da küresel güvenlik ve istikrar ortamına tehdit oluşturmaktadır.

Yapay zekânın ve diğer teknolojilerin iletişim alanında sunduğu yeni fırsatlar, yeni deneyimler ve iletişim üretim ve tüketim eğilimleri, zengin bir iletişim ekosistemi oluşturmuş olsa da bu ekosistem temel insani değerlerden saptığında, menfi değerlerin, yalan bilginin ve dezenformasyonun küresel bilgi ortamı üzerinde sebep olabileceği sorunları ve meydan okumaları gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda, özellikle genç bireyler, sosyal medya platformlarında ve yapay zekâ ile şekillendirilen içeriklerle karşı karşıya kaldıklarında savunmasız durumdadır. Hızla yaşlanan dünya nüfusunda, her yaştan birey yapay zekâ aracılığıyla maruz kaldığı yanlış bilgilerle manipüle edilme riski taşımaktadır. Bu noktada dijital tehditlere yönelik farkındalık oluşturulması ve medya okuryazarlığının artırılması önem kazanmaktadır. Savunmasız gruplar için, şiddet, yıkıcı değerler ve dezenformasyona karşı temel etik kodlarının inşası ve bu sürece hizmet edecek içeriklerin üretilmesi, yeni sosyal medya ortamlarının kurulması bir zaruret halini almıştır.

Hakikatin değersizleşmesi, çağımızın iletişimcilerini en fazla zorlayan sorunların başında gelmektedir. Yapay zekânın dezenformasyonu daha da yaygınlaştırabileceği göz önünde bulundurulduğunda, medya sektöründe insan faktörünün etkisini azaltmaktansa, kullanılacak yapay zekâ algoritmalarının insanileştirilmesi gerektiği açıktır. Kamusal alanda hizmet veren iletişim sektörü, yapay zekâ tekeline terk edilmemelidir. Dijital alandaki kapsamlı dönüşümleri yönetmek için küresel iş birliğinin önemi her geçen gün daha fazla hissedilmektedir. Yapay zekânın geliştirilmesi ve işleyişi için sınırların, kapsayıcı bir yaklaşım çerçevesinde belirlenmesi büyük önem arz etmektedir. Devletlerin demokratik süreçlerine ve iç işlerine müdahale ya da yıpratma amaçlı dezenformasyon ve manipülasyon saldırılarında, yapay zekâ teknolojilerinin kullanılmaması için küresel düzeyde gerekli tedbirler alınmalıdır.

Erişilebilirlik kısayollarına git
Haberi paylaşın Yorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Son Osmanlı Padişahı Vahdettin'in Şam'daki kabri restore edilecek

AB için Türkiye'nin Suriye'deki rolü ne anlama geliyor?

CHP olağanüstü kurultaya gidiyor