Teknolojinin tarihinden Türkiye'nin mobil iletişim serüvenine, 5G ile ilgili merak edilen noktaları masaya yatırdık.
Türkiye'de uzun süredir beklenen 5G teknolojisine bu hafta bir adım daha yaklaşıldı. 17 Ekim'de gerçekleşen 5G ihalesi sonucunda hangi operatörün hangi frekansı kazandığı belli oldu.
İhalede en yüksek frekans tahsisini Turkcell elde ederken, Türk Telekom ikinci, Vodafone ise üçüncü oldu. İhale sonucuna göre üç operatör, 5G frekansları için toplam 2 milyar 945 milyon dolarlık ödeme yapacak.
Bu gelişmeler temelde kullanıcıların daha hızlı bir internete yakın zamanda kavuşacağı anlamına geliyor. 1 Nisan 2026’da kullanıma sunulması beklenen 5G ilk olarak kalabalık ve yoğun bölgelere gelecek ve ardından tüm Türkiye'ye yayılacak.
700 MHz frekansının 2x10 Mhz bant genişliğinde A1 paketini Turkcell 429 milyon dolarla, A2 paketini Vodafone 426 milyon dolarla, A3 paketini Türk Telekom 425 milyon dolarla kazandı. 700 Mhz frekansında üç operatöre ayrılan frekans miktarı eşit oldu. Bu da operatörlerin kırsal alanda ve baz istasyonuna uzak bölgelerde eşit performans sunacağı anlamına geliyor.
Peki, tüm bu bilgiler ve rakamlar kullanıcı açısından aslında ne anlama geliyor? 5G ile ilgili merak edilen noktaları masaya yatırdık.
Cep telefonlarından süper ağlara
5G kısaca “fifth generation” (beşinci nesil) mobil iletişim teknolojisi. Bu teknolojinin hedefleri, çok daha yüksek hızlar, düşük gecikme, aynı anda çok daha fazla cihazı destekleme ve ağın daha esnek olması.
G (generation) ifadesiyle tanımlanan her bir “nesil”, mobil iletişim teknolojilerinde önemli bir sıçramayı temsil ediyor. Sadece hız artışı değil, aynı zamanda iletim yöntemi, şifreleme, hizmet çeşitliliği ve veri kapasitesi açısından da büyük farklar söz konusu.
Örneğin 1980'lerdeki 1G döneminde sadece analog ses iletimi mevcuttu, yani ancak telefon görüşmesi yapılabiliyordu.
1990'larda 2G döneminde ise dijital bir devrim gerçekleşti. Sesin analog yerine dijital olarak iletilmesinin yanı sıra hayatımıza GSM kavramı ve mesajlaşma girdi.
2000'lerdeki 3G ise mobil internetin başlangıcı oldu. Mobil web, e-posta, video arama (ör. 3G görüntülü konuşma) ve dizüstü bilgisayarlar için 3G modemler hayatımıza girdi. Ancak bu dönemde veri hızı birkaç Mbps ile sınırlıydı.
2010'lardaki 4G mobil geniş bant teknolojisini getirdi. Artık veri hızı 100 Mbps ila 1 Gbps'e ulaşıyordu.
2020’lerdeki yeni nesil süper ağları niteleyen 5G ise yüksek hız, çok düşük gecikme (hedef 1 ms) ve "nesnelerin interneti" dünyasına geçiş için çok sayıda cihazı aynı anda bağlama olanağı sunmaya başladı.
Nesnelerin interneti
Nesnelerin interneti (İngilizcesiyle Internet of Things, IoT), 5G ile doğrudan ilişkili bir kavram.5G altyapıyken, diğeri onun üzerinde çalışan ekosistem olarak düşünülebilir.
Nesnelerin interneti, internet bağlantısı ve sensörler aracılığıyla nesnelerin (cihazların) birbirleriyle veya merkezi sistemlerle veri alışverişi yapmasına deniyor. Yani internete sadece telefon, tablet, bilgisayar değil; makineler, araçlar, ev aletleri, sensörler, kameralar, akıllı sayaçlar, tıbbi cihazlar da bağlanıyor.
Uzmanlar robot süpürgelerden akıllı saatlere ve hatta otonom araçlara, 2020'lerin "nesnelerin interneti çağı" olduğu görüşünde. 5G ise bunun için ideal altyapı olarak görülüyor çünkü 4G’nin yetmediği sorunları çözüyor. Bunlar arasında cihaz yoğunluğu, gecikme sorunları ve cihazların batarya verimliliği de var.
Türkiye'nin geçiş süreci: 4G yerine 4.5G
Öte yandan, Türkiye'nin bu nesiller arasındaki geçişi kendine özgü dinamiklerle karmaşık bir süreç oldu. Ülkenin nesiller arasındaki geçişi biraz daha uzun sürdü.
Örneğin, ABD 2009'da, Avrupa ülkeleri ise 2010-2012 aralığında 4G'ye geçerken, Türkiye 2016'ya kadar 3G'de kaldı. 2000’lerin sonunda 4G yeni yayılmaya başlamışken Türkiye’de 3G 2009’da devreye alınmıştı.
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) ve Ulaştırma Bakanlığı, “4G’ye hemen geçmeme" yaklaşımını benimsedi ve 2016'da kendine özgü 4.5 teknolojisini tanıttı.
Bunun çeşitli ekonomik ve stratejik nedenleri vardı. Örneğin Türkiye’de 3G yatırımları 2009’da yeni yapılmıştı. 4G’ye çok erken geçmek, operatörlerin yeni altyapı yatırımını kısa sürede yeniden yapmasını gerektiriyordu. Bu da milyarlarca dolarlık ek maliyet anlamına geliyordu. Dolayısıyla operatörler de süreci ertelemeyi tercih etti.
2016’da lansman yapıldığında Türkiye doğrudan LTE-Advanced (4.5G) ile başladı. Bu adım, birçok ülkenin ilk 4G sürümünden daha hızlı ve gelişmiş bir başlangıç olarak müjdelendi.
Diğer ülkeler ise genelde bu teknolojiyi “LTE-Advanced” veya “LTE-A Pro” diye adlandırıyor. Örneğin Güney Kore, Japonya, ABD gibi ülkelerde “LTE-A”; Avrupa’da ise “4G+” etiketi yaygın. Türkiye pazarlama ve kamu iletişimi açısından “4.5G” adını tercih ediyor.
5G konusunda da Türkiye'den önce bu teknolojiye geçen bazı ülkeler oldu. Ericsson’a göre 2024 sonunda yaklaşık 2,3 milyar 5G aboneliği vardı. Bölgesel anlamda Kuzey Amerika ve ardından Kuzey Doğu Asya önde gidiyor. Ülkeler bazında ise Güney Kore, Çin, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri (özellikle İskandinavya, bazı Batı Avrupa ülkeleri) önde. Avrupa’da 2024 sonu itibarıyla orta-bant 5G kapsaması hızlı artış gösterdi.
Tahminler, 5G’nin abonelik bazında 2027 civarında 4G’yi geride bırakacağı yönünde.
5G nasıl çalışır?
5G’nin nasıl çalıştığını anlamak için spektrum (frekans bandı) kavramına değinmek gerekiyor. Zira telefonlar, Wi-Fi, Bluetooth, radyo, televizyon ve 4G ya da 5G gibi teknolojilerin hepsi elektromanyetik spektrumun belirli bir kısmında çalışıyor.
Spektrum, kablosuz iletişimde kullanılan radyo dalgalarının frekans aralığı. "Frekans" kavramı ise bir saniyede kaç dalga oluştuğunu ifade ediyor. Örneğin 700 MHz frekansı, saniyede 700 milyon titreşim hızında dalgalar kullanılması demek.
Düşük frekans uzun dalga boyu, geniş kapsama ve düşük hız anlamına gelirken, yüksek frekans kısa dalga boyu, kısa menzil ve çok yüksek hız demek.
5G de aslında tek bir teknoloji değil, üç farklı spektrum katmanını birleştiren bir ağ olarak düşünülebilir. Bu katmanları birleştirerek hem şehir merkezinde hız veriyor hem de kırsalda geniş kapsama sağlıyor. Bu katmanlar şöyle:
Düşük bant (600 MHz-1 GHz): Geniş kapsama sağlar, duvarlardan iyi geçer ama hız sınırlıdır (100 Mbps). Kullanım alanları kırsal bölgeler ve uzun menzilli kapsama alanlarıdır.
Orta bant (1-6 GHz): Denge sağlar. Hem hız hem kapsama sunar. Kullanım alanları şehirler ve banliyölerdir.
Yüksek bant (milimetre dalga / 24-100 GHz): Çok yüksek hız ve çok düşük gecikme sunar ama menzil kısadır (100–200 metre). Yoğun şehir merkezleri, stadyumlar, kampüsler kullanım alanları arasındadır.
Operatörler farklı bantları bir arada kullanıyor. Bu üç frekans aralığını birleştirip tek bir ağ gibi çalıştırıyorlar. Örneğin telefonunuz hareket ettikçe düşük bant sizi kapsama alanında tutarken, orta bant hız sağlıyor ve yüksek bant da kısa süreliğine süper hızlı veri sağlıyor (örneğin stadyumlardaki video yayını).
Bu “katman” yaklaşımı yalnızca 5G’ye özgü değil ama ilk kez 5G’de bu kadar sistematik ve bilinçli şekilde kullanılıyor. Nitekim 4G’de de birden fazla frekans bandı kullanılıyordu, ama bu “katmanlar” arasında rol paylaşımı yoktu. Farklı bantların birleşmeye başladığı teknoloji 4G oldu. 5G ise doğrudan bu bilinçle tasarlandı.
Ayrıca daha önceki nesillerde kullanılan frekans aralıkları en fazla birkaç GHz içindeydi. Ama 5G, 30 GHz’in üzerine çıkan bir yelpaze kullanıyor. Bu da telekom tarihinde ilk kez bu kadar geniş bir spektrumun tek standart altında yönetilmesi anlamına geliyor.
Türkiye'nin 5G'ye geçmek için ne yapması gerek?
Bu nesiller arasındaki geçişlerin sancılı olabilmesinin nedeni ise operatörlerin 5G sinyali yayabileceği altyapının kurulması gerekliliği. Lisansların alınması, ihalelerin yapılması, çekirdek ağların güncellenmesi ve baz istasyonlarının modernize edilmesi gerekiyor. Kısacası tüm telekom sistemi yenileniyor.
İlk olarak frekans planlaması ve ihale aşaması geliyor. Bu aşamada devlet, hangi frekans bantlarının 5G için kullanılacağını belirliyor ve sonra bu bantları operatörlere ihale ediyor.
Bunun ardından da "anten" kısmına geliyoruz. 5G sinyalleri için özel antenler gerekiyor, zira 3.5 GHz ve 26 GHz gibi yüksek frekanslar çok hızlı ama kısa menzilli. Bu yüzden şehirlerde daha sık baz istasyonu kurmak gerekiyor. Örneğin, 4G istasyonu 2-3 km kapsıyorsa, 5G istasyonu sadece birkaç yüz metreyi kapsayabilir.
Bunun yanı sıra 5G antenlerinin arkasında veriyi taşıyan fiber optik hatlar olması gerek. Eğer baz istasyonu fiberle bağlı değilse, 5G’nin hızı boğuluyor.
Ayrıca 5G, 4G’den çok daha fazla veri trafiği ve düşük gecikme sağladığı için operatörlerin merkez sistemleri de (veri yönlendirme, kimlik doğrulama, güvenlik vb.) tamamen yenileniyor. “5G SA (Standalone)” denen tam sürüm ancak bu altyapı hazırsa çalışıyor.
Türkiye ise 2024 itibarıyla büyük oranda NSA-Non-Standalone testlerinde. NSA, 5G radyo sinyallerinin hala 4G LTE çekirdek ağına bağlı çalıştığı anlamına geliyor. SA (Standalone) sürümünde ise hem radyo (anten) hem çekirdek ağı tamamen bağımsız olarak çalışıyor. Yani NSA aşamasında bu teknoloji halen 4G’ye bağımlı. Bunun avantajı ise şu: Operatörler 5G’yi daha hızlı ve düşük maliyetle devreye alabiliyor. Mevcut 4G altyapısı kullanıldığı için ciddi altyapı yatırımı gerekmiyor. Ancak bu kez de 5G’nin en güçlü özellikleri (1 ms gecikme ve network slicing) tam olarak kullanılamıyor.
Network slicing, bir fiziksel 5G ağını birden fazla sanal ağa bölme yetisi demek. Örneğin cerrahi robotlar ve otonom araçlar ultra düşük gecikme isterken, diğer uygulama alanları böyle olmayabilir. Network slicing ile her uygulama için özel “sanal ağ” oluşturulur.
5G sağlığa zararlı mı?
5G teknolojisinin dünyada yaygınlaşmasıyla COVID-19 pandemisinin hemen hemen aynı zamana denk gelmesi bu yeni teknolojiyle ilgili bir dizi komplo teorisinin fitilini ateşlemişti.
5G'nin insan DNA'sını bozduğu ve koronavirüsün yaygınlaşmasına neden olduğu iddiaları bu teoriler arasındaydı. Dolayısıyla 5G'nin kanserojen olup olmadığına dair de endişeler artmıştı.
Öte yandan, 5G radyo dalgalarının "non-ionizing" (iyonlaştırıcı olmayan) radyasyon kategorisinde olduğu biliniyor. Bu frekanslarda bilinen etki mekanizması ise doku ısınmasından ibaret. İyonlaştırıcı radyasyonun (X-ray, gamma ışınları) neden olduğu DNA kırılması gibi etkiler bu spektrumda beklenmiyor.
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre (DSÖ), konuyla ilgili çok sayıda epidemiyolojik ve deneysel çalışma yapıldı. Genel hüküm, mevcut maruziyet sınırları içinde 5G’nin kanıtlanmış bir zararlı etkisi olmadığı yönünde. DSÖ, "Genel maruziyetin uluslararası kılavuzların altında kalması koşuluyla, halk sağlığı açısından herhangi bir olumsuz etki beklenmemektedir" diyor.
Yine de kişisel düzeyde maruziyeti azaltmak isteyenler için basit önlemler almak mümkün. Bunlar arasında telefonu kulaklıkla kullanmak, uzun konuşmalarda hoparlör tercih etmek gibi yöntemler var. Ancak aslında bunlar 5G’ye özgü gereksinimler değil, genel RF maruziyetinde faydalı basit uygulamalar.
Resmi maruziyet limitleri ve mevzuat ise ülkeden ülkeye değişiyor. Bu yüzden yerel düzenleyici kurumların (Türkiye’de BTK) duyurularını takip etmek yararlı olabilir.