Britpop’un dönüşü, yapay zeka sanatçıların yükselişi, sönük süperstar albümleri ve yaratıcı patlamalarla dolu bir yıl geride kaldı. Euronews Kültür, 2025’in müzik sahnesine yön veren 20 albümü seçti.
Yılın o zamanı geldi: Favoriler bir araya geliyor ve Euronews Kültür, 2025’in En İyi Albümü için geri sayımı başlatıyor.
2025, müzik dünyası için hareketli bir yıl oldu. Britpop buluşmaları, yarım kalan geri dönüşler, Trump yönetiminin Bad Bunny ve Sabrina Carpenter’la yaşadığı tartışmalar ve belirgin bir “Yaz Şarkısı”nın eksikliği öne çıktı. Öte yandan The Velvet Sundown, Xania Monet ve Breaking Rust gibi yapay zekâ destekli “sanatçılar”, müzik sahnesine tartışmalı bir giriş yaptı.
Bu yıl ayrıca isimleri kadar içerikleri de zayıf olan çok sayıda albümle hatırlandı. “İsmin kaderi belirlediği” inancını doğrular şekilde Morgan Wallen’ın I’m The Problem albümü, Drake ve PARTYNEXTDOOR’un $ome $exy $ongs 4 U çalışması, Alex Warren’ın You’ll Be Alright, Kid albümü ve MGK’nin Lost Americana’sı beklentilerin altında kaldı.
Tame Impala’dan gelen şaşırtıcı derecede sönük bir albüm ve Taylor Swift’in hayal kırıklığı yaratan on ikinci çalışması da tabloyu tamamladı. Swift, üst üste ikinci kez Euronews Kültür'ün ilk 20 listesine giremedi.
Tüm bu hayal kırıklıklarına rağmen, 2025 yine de güçlü ve yaratıcı işlerle dolu bir yıl oldu. Müzik dünyası, farklı türlerde üretim yapan ve dinleyicileri heyecanlandırmayı başaran birçok isimle öne çıktı.
Şimdi ise geriye tek bir soru kalıyor: Son 12 ayın Euronews Kültür favorisi kim olacak? Geri sayım başlıyor.
20) Olivia Dean - The Art of Loving
İngiliz kadın vokaller için dikkat çekici bir dönem yaşanıyor. Charli XCX, RAYE ve PinkPantheress gibi isimler müzik sahnesinde güçlü bir alan açarken, Olivia Dean yılın en etkileyici yeni seslerinden biri olarak öne çıktı.
Sanatçının ikinci uzunçaları, aşkı tüm yönleriyle — romantik ilişkilerden arkadaşlıklara, aile bağlarına ve öz-sevgiye — sıcak, retro bir tonda ele alıyor. “Baby Steps” ve “Something in Between” gibi parçalar yer yer kahve dükkânı popu sınırına yaklaşsa da albümün öne çıkan anları bu durumu fazlasıyla dengeliyor.
Özlem dolu ve akılda kalıcı “Nice to Each Other”, eğlenceli, piyano odaklı “Man I Need” ve dumanlı atmosferiyle öne çıkan “A Couple Minutes”, 26 yaşındaki sanatçının unutulmaz melodiler yaratma ve zahmetsiz bir şarkı yazımı tarzı geliştirme konusundaki yeteneğini gözler önüne seriyor.
Grammy’nin “En İyi Yeni Sanatçı” adayı olan Olivia Dean, bu albümle sadece bir başlangıç yaptığını kanıtlıyor. Yapıt, yükselişinin güçlü bir habercisi niteliğinde.
19) Ichiko Aoba - Luminescent Creatures
2025, küresel çatışmalar, yapay zeka endişeleri, siyasi huzursuzluklar ve derinleşen çevre kriziyle işaretlenen çalkantılı bir yıl oldu. Bu karmaşanın ortasında, Ichiko Aoba’nın son albümü nadir bulunan bir şey sunuyor: dinginlik. Gürültüden uzak, zarif bir sığınak.
“Luminescent Creatures” ile Japon şarkıcı-söz yazarı, meleki vokaller, büyüleyici orkestral dokular ve doğanın yumuşak fısıltılarından örülmüş masalsı bir dünyaya davet ediyor. Sanatçının Japonya’nın Ryukyu Adaları’nda dalış yaparken keşfettiği ışıldayan deniz yaşamından ilham alan sekizinci stüdyo albümü, yaşam ile ölüm, ışık ile karanlık arasındaki sınırda dolaşıyor.
Albüm, rüya görmek, dinlenmek, uzaklaşmak ve bir süreliğine kaybolmak için yaratılmış bir kayıt hissi taşıyor. Ichiko Aoba, bu çalışmasıyla modern dünyanın gürültüsüne karşı zarif bir sessizlik alanı sunuyor.
18) Florence + The Machine - Everybody Scream
“İşte sorunlu kahramanın / Altıncı sezon için geri döndü” diye söylüyor Florence Welch “The Old Religion”da — ilk albümünün üzerinden 16 yıl geçtiğini ve spot ışıkları altında olmanın baskılarını yakından bildiğini hatırlatarak. Bu deneyim, görünürde paganizm, ritüeller ve büyücülükle ilgili olsa da aslında kişisel travmayı ve mesleki dayanıklılığı irdeleyen “Everybody Scream”in merkezinde yer alıyor.
Albüm, Welch’in kendine özgü sirenimsi vokallerini taşıyan tiyatral şarkılarla dolu. Sanatçı, erkek egemen bir dünyada kadın olmanın gerektirdiği fedakârlıkları ve dayanıklılığı müzikal bir ritüele dönüştürüyor.
Welch, albümün yaratım sürecinde yaşadığı hayati tehlike yaratan dış gebeliği açıkça paylaşmıştı — bu itiraf, “Everybody Scream”in bir tür şeytan çıkarma niteliği taşıdığını doğruluyor. Sonuçta ortaya çıkan çalışma, coşkulu nakaratlarla örülü güçlü bir albüm ve duygusal çalkantıların ortasında sesini yükseltmekten çekinmeyen bir sanatçının kararlı haykırışı.
17) DJ Haram – Beside Myself
Hazırlanın; bu albüm zihninizi hem eritip hem genişletecek türden. Brooklyn merkezli prodüktör ve DJ Haram, kulüp ritimlerini, sert elektronik sesleri, canlı perküsyonu ve Orta Doğu esintilerini bir araya getiren enerjik ve iddialı bir ilk albümle sahneye çıkıyor.
“Beside Myself”, bulaşıcı olduğu kadar sarsıcı bir enerjiyle ilerliyor. Albüm, konuk sanatçılarla dolu parçalarında türler arası geçişler yapıyor: “Loneliness Epidemic”de kulüp patlamaları, “Fishnets” ve “Stenography”de rap etkileri, piyano öncülüğündeki “Who Needs Enemies When These Are Your Allies?”da uğursuz bir güzellik ve “Remaining”de Aquiles Navarro’nun karanlık trompetiyle Dakn’in Arapça dizeleri birleşiyor. “Sahel”de ise darbuka ritimleri, glitch’li elektro beat’lerle iç içe geçiyor.
Bu çok katmanlı yapı, boyun eğmeyi ya da taviz vermeyi reddeden zengin bir ses dokusu yaratıyor. Albüm, zaman zaman etkilerinin ağırlığı altında bükülse de DJ Haram’ın cesur vizyonu ve sınır tanımayan yaklaşımı dikkat çekiyor.
“Beside Myself”, distopik bir rave’in nasıl duyulabileceğine dair güçlü bir fikir veriyor — eklektik, kışkırtıcı ve özür dilemeden küstah bir ilk adım.
16) Freddie Gibbs And The Alchemist - Alfredo 2
İlk ortak başarılarının üzerinden beş yıl geçtikten sonra Freddie Gibbs ve The Alchemist, 2020 tarihli “Alfredo”nun gece sisini geride bırakıp sokak hayatının güneş altında parlayan, esintili bir portresini çizen devam albümü “Alfredo 2” ile yeniden buluşuyor.
Gerçek bir plak kasası karıştırma ustası olan The Alchemist, tozlu soul döngülerini boom-bap ritimleriyle, sinematik caz tınıları ve beklenmedik Japon film kesitleriyle harmanlayarak albüme öngörülemez bir derinlik kazandırıyor. Freddie Gibbs ise her zamanki gibi hükmediyor: kirli, keskin ve teknik açıdan zahmetsiz bir anlatımla seks, uyuşturucu ve hayatta kalma hikâyelerini kara mizahla iç içe örüyor.
Konuk sanatçılar da projenin atmosferine kusursuz biçimde uyum sağlıyor. Anderson .Paak’ın “Ensalada”sı ve JID’in “Gold Feet”i, albümün rahat ama özgüvenli havasını güçlendiriyor.
Kapağındaki ramen imgesiyle tutarlı biçimde, “Alfredo 2” taze, dumanı üstünde ve tam kıvamında bir albüm — hiphop’un klasik unsurlarını modern bir incelikle harmanlayan, damakta uzun süre kalacak bir iş.
15) Erika de Casier – Lifetime
Minimalizm, bu yıl Erika de Casier’in dördüncü stüdyo albümü “Lifetime”da en rafine hâliyle karşımıza çıktı. “Still”in ardından yalnızca bir yıl sonra yayımlanan albümde Portekiz doğumlu, Danimarka merkezli şarkıcı-söz yazarı, Y2K döneminin R’n’B estetiğini biraz geriye çekerek 90’ların trip-hop tınılarına yöneliyor.
Ancak “Lifetime” nostaljik bir alıştırmadan çok, sadeleştirilmiş ve mahrem bir müzikal atmosfer kurmayı hedefliyor. Dinleyici, albüm boyunca rüya hâline benzer bir akışa kapılıyor. Özellikle “The Chase”te sanatçının modern flört kaygılarını zarif bir duyusallıkla işlemesi dikkat çekiyor.
Bu etki, geceye ağıt gibi yankılanan “You Got It!” ve “tüm kalbinle yaşayarak” ağır bir yürekle baş etmeyi anlatan “Moan”da doruğa ulaşıyor.
“Lifetime”, azın bazen çok olduğuna dair güçlü bir hatırlatma: sade ama etkileyici prodüksiyonu, sıcak vokalleri ve duygusal netliğiyle yılın en zarif albümlerinden biri.
14) The Last Dinner Party – From The Pyre
2024’teki ilk albümleri “Prelude to Ecstasy” sizi henüz ikna etmediyse, The Last Dinner Party ikinci perdede herkesin onların sunağında tapınmasını sağlıyor. Yeni albümlerinin adı hem yıkımı hem yeniden doğuşu simgeleyen bir işarete gönderme yapıyor; başlıktaki “odun yığını” ise Britanyalı beşli için seste köklü bir değişimden çok, ilk çıkışlarının anlık bir parlamadan ibaret olmadığını kanıtlıyor.
Grup, bu kez de teatral tavrını korurken ses dünyasını daha da zenginleştiriyor. Barok pop-rock çizgisini derinleştiriyor, görkemli bir crescendo’nun inceliklerini ustalıkla işliyor. “This Is The Killer Speaking” — ghosting üzerine bir cinayet baladı — ve coşkulu nakaratıyla “The Scythe” albümün öne çıkan parçaları arasında. Ancak “From The Pyre”da ölü ağırlık yok; her parça enerjik, sinematik ve yoğun duygusal bir anlatım taşıyor.
Aşk, kayıp ve küllerinden yeniden doğma temaları etrafında şekillenen on parçalık bu albüm, The Last Dinner Party’nin sadece bir heves değil, kalıcı bir güç olduğunu net biçimde gösteriyor.
13) Cate Le Bon – Michelangelo Dying
Cate Le Bon’un sıkı bir Sylvia Plath okuru olup olmadığını bilmiyoruz; ancak şarkılarının sözleri kalp kırıklığının ardından bestelenen yedinci albümü için oldukça yerinde bir çerçeve sunuyor.
“Michelangelo Dying”de Gallerli müzisyen, avangard pop stilini ham duyguların etrafında yeniden şekillendiriyor; kederden zarif bir güzellik inşa ediyor. Guardian’a yaptığı açıklamada albümün temasını “gerçekten istemediğiniz ama sizi kurtaracağını bildiğiniz bir amputasyon” olarak tanımlayan Le Bon, bu metaforu “Pieces Of My Heart”ta işliyor: “İşte bacağını böyle kırarsın / Gölgelerin biçimlere öncülük etmesine izin verirsin” diye söylüyor.
Bu, kolayca ağlak bir ayrılık albümüne dönüşebilirdi; ancak Le Bon, klişelerden uzak durarak dinleyeni aşkın bitişinden sonra kalan sessiz yankılara götürüyor. Aşk hiçbir yere gitmiyor — sende kalıyor, bir iz bırakıyor ve bu duygusal enkazdan “About Time” ve “Heaven Is No Feeling” gibi parçalarda yüce bir katharsis doğuyor.
12) FKA twigs – EUSEXUA
FKA twigs’in üçüncü albümü “EUSEXUA”, Britanyalı şarkıcı-söz yazarında belirgin bir dönüşümü işaret ediyor — dans pistlerinden yatak odalarına ve düş diyarlarına uzanan, baş döndürücü ve duyusal bir yolculuk.
11 parçadan oluşan albüm, elektronik deneyciliği pop duyarlılıkları, Aphex Twin etkili ses dokuları ve kulüp odaklı ritimlerle harmanlıyor. Ortaya, mahremiyeti, filtresiz arzuyu ve kadınlığı kutlayan cesur bir kayıt çıkıyor. “Perfect Stranger” ve “Girl Feels Good” coşkulu ve oyunbaz bir enerji taşırken, “Keep It, Hold It” ve kapanış parçası “Wanderlust” daha dingin, içe dönük bir atmosfer kuruyor. Twigs, bu parçalarla hem ses hem duygu yelpazesinin iki ucunda da gelişebildiğini kanıtlıyor.
Kısmen içsel bir keşif, kısmen de kendinden geçiren bir rave deneyimi olan “EUSEXUA”, FKA twigs’in kariyerinde yeni bir zirve ve yılın en iddialı, en heyecan verici albümlerinden biri.
11) Lausse The Cat - The Mocking Stars
Olağanüstü yaratıcı çıkışı 'The Girl, the Cat & the Tree'nin üzerinden yedi yıl geçtikten sonra, anonim Fransız-İngiliz rapçi ve prodüktör, çok beklenen ama beklenmedik dönüşünü 'The Mocking Stars' ile yapıyor. Kaldığı yerden devam eden Lausse, sabırlı, kült benzeri takipçilerini varoluşsal kedili kahramanının dünyasına geri davet ediyor; anlam arayışıyla çöken, sürreal bir evrende sürüklenen bir kedi.
İlk albümü masalsı bir büyüme hikâyesi gibiyken, bu kayıt kediyi psikedelik ve kozmik bir yolculuğa fırlatıyor — yıldızlar, aylar ve güneşler arasında sekerek, kaotik çay partilerinde Çılgın Şapkacılarla dans ederek ve Alice Harikalar Diyarından esinlenen düş manzaralarında yuvarlanarak ilerliyor, ardından yavaşça Dünya’ya geri dönüyor.
Caz dokunuşlu enstrümanlar, bossa nova ritimleri, pırıltılı bakır nefesliler ve İngiliz hip-hop’undan gelen davullar, sanatçının yumuşak vokallerinin altında dönerek zengin bir ses dünyası yaratıyor. Albüm, depresyon, yabancılaşma, kaçış ve geçici romantizmle yüzleşirken teatral bir oyunbazlıkla melankoliyi dengeliyor.
Sonuç, hem müzikal hem kavramsal açıdan yılın en yaratıcı projelerinden biri — hayal gücü, duygusal derinlik ve teknik ustalığın benzersiz bir bileşimi.
10) Little Simz – Lotus
Altıncı stüdyo albümü “Lotus”ta Little Simz, hukuki karmaşayı ve kişisel çöküşü yaratıcı bir ateş gücüne dönüştürüyor. Çocukluk arkadaşı ve uzun yıllar birlikte çalıştığı Inflo ile, iddia edilen ödenmemiş bir borç nedeniyle yaşanan dava sonrasında yollarını ayıran sanatçı, yapımcı Miles Clinton James’le güçlerini birleştiriyor. Ortaya, duygu ve türler arasında zarifçe süzülen bir kayıt çıkıyor.
Albümün açılış parçası “Thief”, Inflo’ya doğrudan gönderme yapan zehir yüklü dizeleriyle dikkat çekiyor. “Lion”ın afro-funk ritimleri ve “Only”nin hafif bossa nova dokusu, Simz’in çok yönlülüğünü gözler önüne seriyor. Sampha, Wretch 32, Yussef Dayes ve Michael Kiwanuka gibi isimlerin yer aldığı konuk listesi, albümün ses evrenini zenginleştiriyor ancak odağı asla Simz’in elinden almıyor.
Baştan sona kontrolü elinde tutan Little Simz, keskin mısraları ve buyurgan akışıyla dirayet, ihanet ve öz-güçlenme hikâyesi anlatıyor. “Lotus”, hem kontrollü hem kudurgan — ve Simz’in çağdaşlarının çoğunun çok ötesinde bir seviyede üretim yaptığını bir kez daha hatırlatan güçlü bir beyan niteliğinde.
9) Pulp – More
Herkes bu yıl Oasis’in yeniden buluşmasına odaklanmışken, asıl 90’lar dönüşü Britpop’un isteksiz öncülerinden geldi. Pulp, 1995 tarihli efsane albümleri “Different Class”ın 30. yılına denk gelecek şekilde yayımladığı “More” ile 24 yıllık sessizliğini bozdu — ve bekleyişe fazlasıyla değdi.
“More”, tekerleği yeniden icat etmiyor belki, ama Jarvis Cocker ve neşeli ekibinin hayranı olmayanları bile etkileyecek kadar güçlü bir geri dönüş sunuyor. Zengin yaylı düzenlemeler eşliğinde yaş alma, pişmanlık ve kendini aldatma temalarını zekâ ve mizahla işleyen albüm, tam da bir Pulp albümünden beklenen her şeyi veriyor.
Dahası, grup beklentilerin de ötesine geçiyor. Artık tamamen olgunlaşmış olsalar da hâlâ kendi sınıflarındalar. Umarız bir sonraki dönüş için bir çeyrek asır daha beklememiz gerekmez.
8) Jane Remover – Revengeseekerz
22 yaşındaki Jane Remover, kısa sürede türler arasında ustalıkla gezinen bir prodüktör, söz yazarı, çok enstrümanlı müzisyen ve rapçi olarak adını duyurdu. 2025’teki yeni çalışması “Revengeseekerz”i dinlediğinizde, önceki albümleri “Frailty” (2021) ve “Census Designated” (2023) sanki bambaşka bir sanatçıya aitmiş gibi geliyor.
Remover bu kez dinleyiciyi rap, emo, digicore ve EDM’i glitch’li video oyunu sesleriyle harmanlayan yıpratıcı ama büyüleyici bir karışımın içine çekiyor. Albüm, güçlü hyperpop nakaratlarıyla bu kaosu dengeleyerek dinlemeyi hem zorlayıcı hem sürükleyici kılıyor.
“Revengeseekerz”, ilk anda keşmekeş gibi duyulsa da sonunda vahşi bir gecenin tutarlı, cesur ve bağımlılık yaratan bir soundtrack’ine dönüşüyor. Kısaca: tokat gibi. Hem de sert.
7) Bad Bunny – DeBÍ TiRAR MáS FOToS
“Un Verano Sin Ti”nin büyük başarısının ardından “DeBÍ TiRAR MáS FOToS”, Bad Bunny’nin bugüne kadarki en iddialı projesi olarak öne çıkıyor — Porto Riko’nun müzik mirasına ve daha geniş Latin diasporasına uzanan capcanlı bir saygı duruşu.
31 yaşındaki sanatçıyı küresel bir yıldız haline getiren modern reggaetón köklerini koruyan albüm, bunun ötesine geçerek salsa nefeslileri, bolero ezgileri ve geleneksel plena ritimlerini ustalıkla bir araya getiriyor. Bu füzyonun en çarpıcı örneklerinden biri “BAILE INoLVIDABLE”; şık, modern synth’lerle açılan parça, tam teşekküllü bir salsa patlamasına dönüşüyor.
Albümün sonlarına doğru parlayan “DtMF” de kaydın ruhunu özetliyor: bulaşıcı, kutlamaya açık ve dur durak bilmeyen bir enerjiyle dolu. “DeBÍ TiRAR MáS FOToS”, yüksek sesle çalınmak için yapılmış, sıcaklığı ve coşkusuyla dans pistinden sokağa taşan bir albüm — Bad Bunny’nin 2025’in en çok dinlenen sanatçılarından biri olmasına şaşmamak gerek.
6) Geese - Getting Killed
“Getting Killed”de tuhaf New York’lu grup Geese, solist Cameron Winter’ın alçak tonlu solo çıkışı “Heavy Metal”in ivmesini alıp şimdiye kadarki en cüretkâr deneylerine dönüştürüyor. Albüm, patlayıcı açılış parçası “Trinidad”dan itibaren bakır nefesli darbeler, döngüsel korolar ve tırtıklı riff’lerle dolu groove odaklı jam’lere savruluyor; tümü Winter’ın şifreli mırıltıları ve sürreal dizeleriyle örülmüş.
Grup, bu kez her zamankinden hem daha gevşek hem daha keskin bir tını yakalıyor. Parçalar geleneksel yapılardan çok, giderek yoğunlaşan uzun doruk noktalarına dönüşüyor.
“Getting Killed”, kaotik, zeki, korkusuzca garip ve şaşırtıcı biçimde dokunaklı. Geese, bu albümle hâlâ hem kendilerini hem dinleyicilerini yeni alanlara iten ender rock gruplarından biri olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
5) Wednesday – Bleeds
2023’teki favoriler arasında yer alan “Rat Saw God”un ardından Kuzey Carolina’lı grup Wednesday, bu yıl yeni bir kirli indie rock kolajıyla geri döndü. Aşk, gençliğin aptalca kararları ve bir Phish konserinin ardından “The Human Centipede” izlemek gibi sıra dışı anları konu alan bu albüm, grubun bugüne kadarki en güçlü işi olarak öne çıkıyor.
Tıpkı “Rat Saw God”da olduğu gibi Wednesday, country melodilerini 90’lar grunge’ının gürültülü enerjisiyle dinamik biçimde harmanlıyor. Ancak projeyi zirveye taşıyan asıl unsur, grubun kendine özgü şiirselliği ve trajikomik hikâye anlatımı.
Açılış parçası “Reality TV Argument Bleeds”de “zavallı bir içtenlik”le alay eden grup, “Elderberry Wine”da “en iyi şampanyanın bile mürver şarabı gibi tatması” sonucuna varıyor; kapanış parçası “Gary’s II”da ise “sadece Pepsi içiyorsun ama dişlerin nasıl bu kadar iyi kaldı” diye sormaktan geri durmuyor.
Vokalist ve söz yazarı Karly Hartzman’ın keskin gözlemleriyle dolu bu çağrışımlı anlar, Wednesday’in şarkılarını hem samimi hem de unutulmaz kılıyor. Yeni albüm, grubun büyümesini, mizahını ve kalp kırıklığını aynı potada eriten çarpıcı bir dönüm noktası niteliğinde.
4) Viagra Boys – Viagr Aboys
2018’deki çıkışlarından bu yana İsveçli post-punk grubu Viagra Boys, 21. yüzyılın hayal kırıklıklarını absürd bir mizahla belgeleyen topluluklardan biri haline geldi. The Stooges, Dead Kennedys ve DEVO gibi efsanelerden ilham alan grup, toksik erkeklikten aşırı sağ söylemlere, sosyal medyanın körüklediği komplo teorilerinden toplumsal “enshittification” — yani giderek berbatlaşma — sürecine kadar çağın çürümüşlüğünü keskin bir alaycılıkla eleştirdi.
Dördüncü stüdyo albümleri “Viagr Aboys” ile grup, yerleşik satirik üslubundan vazgeçmeden odağını bu kez gündelik saçmalıklara çeviriyor. “Man Made of Meat”te Matthew Perry göndermeleri, “Pyramid of Health”te sağlık takıntıları, “Uno II”de futon altındaki krutonlar ve “You N33d Me”de partilerde bilgiçlik taslamanın kaybolan sanatı, bu kez hedef tahtasında.
“Viagr Aboys”, hem sürreal hem kahkaha attıran, yer yer de şaşırtıcı biçimde dokunaklı bir albüm. Özellikle kapanış parçası “River King”, grubun alışıldık kaotik enerjisi içinde duygusal bir sızı barındırıyor.
Ses olarak önceki işlerine göre daha cilalı duyulsa da, grubun ham enerjisi ve anarşik ruhu hâlâ yerinde. Solist Sebastian Murphy ve ekibi bu albümle, onları dinlemeyi delirici bir zevke dönüştüren her şeyi damıtıp saf hâline getiriyor.
“Viagr Aboys”, grubun çılgın enerjisini bir kez daha vücuda zerk eden, yılın en eğlenceli ve en zekice albümlerinden biri.
3) Annahstasia – Tether
Yılın ilk yarısında 3 numaraya yerleştirilen ve orada kalmayı başaran Annahstasia’nın “Tether”ı, 2025’in açık ara en etkileyici ilk albümü oldu.
Amerikalı şarkıcı-söz yazarı bu albüme giden yolda uzun ve zorlu bir süreç yaşadı. “Tether”ı yayımlatmak için yıllarca mücadele eden sanatçı, plak şirketi yöneticilerinin onu daha ticari ve anaakım bir tarza yönlendirme çabalarına direndi. Onu bekletmek ve vizyonuna kuşkuyla yaklaşmak, endüstrinin en büyük hatalarından biri oldu.
Sonunda ortaya çıkan ilk albüm, zarif enstrümantasyon ve Tracy Chapman ile Nina Simone arasında bir yerde duran derin, maun tonlu vokaliyle büyüleyici bir güzellik sunuyor.
2) Kelela – In The Blue Light
“In the Blue Light”, Kelela’nın futurist R&B evreninden çıkıp New York’un ünlü Blue Note Jazz Club’ının loş, mum ışığıyla aydınlanan atmosferine adım attığı anı yakalıyor. Amerikalı sanatçı, bu albümde kendi repertuvarını bluesvari bir sıcaklıkla yeniden yorumluyor; Joni Mitchell ve Betty Carter’a saygı duruşunda bulunuyor.
Canlı kaydedilen set, sahnedeki samimi diyaloglar, seyirci uğultusu ve dinleyiciyi doğrudan o mekâna çeken küçük anekdotlarla örülmüş. Arp, klavye, davul ve kadife dokulu bas gibi sade bir enstrümantasyon, Kelela’nın göksel vokalini merkeze taşıyor. “Waitin’”, “Take Me Apart” ve nefes kesen “Better” yorumlarında sanatçı, tanıdık şarkılarına yeni duygusal tonlar kazandırıyor.
Albüm, baştan sona mahrem bir atmosfer kuruyor; sanki sanatçının masasında oturuyor, o anı birlikte paylaşıyormuşsunuz hissi yaratıyor. “In the Blue Light”, yılın en güçlü ve en zarif albümlerinden biri olarak zirveyi fazlasıyla hak ediyor.
1) Rosalia – LUX
Rosalía’yı bir şeyle suçlamak zorsa, o da rehavete kapılmak olur. 2017’deki çıkışı “Los Ángeles” ile flamenkoyu 21. yüzyıla taşıyan, 2018 tarihli “El Mal Querer”de Endülüs tınılarını pop ve hip-hop’la harmanlayan, 2022’deki “Motomami” ile reggaeton, folk gitarlar ve dans beat’lerini cesurca buluşturan İspanyol sanatçı, dördüncü albümünde yönünü bambaşka bir tarafa çeviriyor: klasik müziğe.
Bu geçiş kulağa riskli bir deney gibi gelebilir; ancak sonuç nefes kesici. London Symphonic Orchestra eşliğinde, Björk, Yves Tumor ve Daft Punk’tan Guy-Manuel de Homem-Christo’nun katkılarıyla ortaya çıkan “LUX”, yükselen yaylılar, elektronik beat’ler ve Rosalía’nın billur soprano sesiyle örülmüş deneysel bir barok opera niteliğinde.
Dört bölümde kurgulanan albümde sanatçı, ana dili Katalanca ve İspanyolca’nın yanı sıra Almanca (“Berghain”), Arapça (“La Yugular”), Ukraynaca (“De Madruga”) ve Latince (“Porcelana”) dahil olmak üzere 13 farklı dilde sesleniyor. Rosalía, bu çokdilliliği aşk, maneviyat, ilahi dişil güç ve cinsellik gibi evrensel temaları derinlemesine keşfetmek için kullanıyor. Her parça, dünyanın farklı köşelerinden kadın azizlerin ve mistiklerin hikâyelerinden ilham alıyor.
Ortaya çıkan etki büyüleyici: dinleyiciyle neredeyse kutsal bir bağ kuruyor. Sözcüklerin tümünü anlamak gerekmiyor; müziğin duygusal gücü evrensel bir dil yaratıyor. 18 parçalık albüm, dini imgeleri Wagnervari hamlelerle birleştiriyor; “Relíquia” gibi öne çıkan şarkılarda sanatçı, kadınların uysal olmasını bekleyen erkekleri hedef alıyor, kendi özgürlüğünü kutluyor ve kırılganlığını zarafetle sergiliyor.
“LUX”, tek seferde sindirilmesi kolay bir albüm değil; ama her dinlemede daha da derinleşen, coşku verici bir deneyim sunuyor. Kutsal ile dünyevî olanın bu epik füzyonuna teslim olmayı seçenler, Rosalía’nın niyetini açıkça hissediyor.
Sanatçı, The New York Times’a verdiği röportajda “Ne kadar dopamin çağındaysak, ben o kadar zıddı olmak istiyorum” demişti. “LUX” tam da bu zıtlık: dikkat talep eden, sabır isteyen, ama karşılığında olağanüstü bir müzikal tatmin sunan bir albüm.
İddialı sanatsal beyanlar bakımından “LUX”, Björk’ün “Vespertine”iyle kıyaslanabilecek kadar güçlü — ve bu, hafife alınacak bir iltifat değil. Çağdaş pop kalıplarını yıkan, algoritmaların hızına direnen bir sanat manifestosu.