'Ergenekon Davası' sürecinde kendisine yöneltilen suçlamalar sebebiyle yaşamına son veren Ali Tatar, yaşasaydı bugün 57 yaşında olacaktı.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) Yarbay rütbesiyle görev yapan ve 19 Aralık 2009 tarihinde intihar eden Ali Tatar, vefatının 15. yılında anılıyor.
Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, kendisine yöneltilen suçlamalara tepki olarak hayatına son veren Tatar’ı anan pek çok yurttaştan biriydi.
Resmi X hesabında Perşembe akşamı yaptığı paylaşımda Özel, “Şerefini her şeyin üzerinde tutmuş FETÖ kumpas şehidi Ali Tatar'ı ölümünün 15'inci yıldönümünde saygıyla anıyorum” ifadelerini kullandı.
Gülen yapılanması, Türkiye’de Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olarak tanımlanıyor. Yapılanma, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk gibi pek çok davanın kurgulayıcısı olmakla suçlanıyor.
Yarbay Ali Tatar da “Ergenekon Terör Örgütü” üyesi olmakla suçlanmış, 5 Aralık 2009 tarihinde “Amirallere Suikast” soruşturması kapsamında tutuklanmıştı.
Cezaevinde geçirdiği 10 günün ardından tahliye edilen Yarbay hakkında üç gün sonra tekrar tutuklama kararı çıkarılmış ve bu karar üzerine Tatar, ailesine bir mektup bırakarak yaşamına son vermişti.
Mektubunda, Yarbay şu satırları kaleme almıştı:
“Sevgili Nilü ve canım aile üyelerim...
Tam her şeyden kurtulduk derken sizlerden bir ayrılık durumu daha yaşamak durumundayım.
Bu ayrılık ebedi ayrılıktır. Eğer öbür dünya varsa... İleride orada buluşuruz.
Ben ailemden kimseye küskün değilim. Hepinizi çok seviyorum. Hepinize bir hakkım geçtiyse helal olsun. Sizin de bana hakkınızı helal edeceğinize eminim...
Dediğim gibi bana sakın kızmayın. Belki bu süreç altı ay, bir yıl sonra geçecek. Ancak benim buna dayanacak halim yok.
Öncelikle başınızı öne eğdirecek hiçbir şey yapmadım. Başınızı dimdik tutun! Ama ben bu hukuksuzlukla yaşayamam. Yaşadıklarımı ikinci defa kaldırmam mümkün değil...
O deliğe bir daha dönmektense mezara girmeyi tercih ederim...
Belki benim ölümüm bu durumda olan başkalarının aydınlığa çıkışına bir ışık olur. Boşu boşuna ölmemiş olurum.
Bu şekilde ölmeyi hiç istemezdim. Buna en çok karşı çıkan bendim. Şu anda çok duygusal değilim. Ağlamıyorum. Yalnız içim buruk ve kırgın. Bana bu oyunu oynayanlara ve sahip çıkmayanlara kırgınım.
Beni rahmetli babamın yanına gömün. Karımı ve kızım Gökçen'imi size emanet ediyorum. Kızımı ve karımı yalnız bırakmayacağınızı, bu işin peşini bırakmayacağınızı biliyorum.
Tek tesellim sizleri son bir defa, hep birlikte görmek oldu. Gökçen'im, canım kızım derslerine çok iyi çalış. İyi çalış ve önemli yerlere gel ki, benim hesabımı sorabilesin!
Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilemez. Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir ordu, ne yaşayacak bir cumhuriyet, ne de bir ülke bulamayacaksınız.
Şunu bilin ki, en küçük suçu ve günahı olmayan ben, bu yapılan hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek hayatıma son veriyorum.”
Ergenekon Davası: Ne olmuştu?
Ergenekon Davası, 12 Temmuz 2007'de İstanbul Ümraniye'de bir gecekonduda 27 adet el bombası bulunmasıyla başlamış, davanın ilk iddianamesi 25 Temmuz 2008'de hazırlanmış ve ilk duruşması 20 Ekim 2008'de Silivri Cezaevi'ndeki duruşma salonunda gerçekleştirilmişti.
Davanın yargılamasını gerçekleştiren hakim ve savcıların daha sonra "FETÖ üyeliği" suçlamasıyla yargılanmaları, tutuklanmaları ve dava kapsamında delil olarak sunulan bazı belgelerin ve dinleme kayıtlarının sahte olduğunun ortaya çıkması, Ergenekon ve benzer nitelikler taşıyan Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davaların Gülen yapılanması tarafından kurgulandığı şüphelerini pekiştirmişti.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve iktidar Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümeti de bu davalara destek açıklamalarında bulunmuş, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da Erdoğan'a "savcı" yakıştırmasında bulunmuştu.
16 Temmuz 2008 tarihinde partisinin grup toplantısında konuşan Erdoğan, "Niye savcı millet adına vardır, iddia makamı millet adına ordadır, biz de millet adına evet hakkı aramanın hakkı savunmanın gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım" ifadelerini kullanmıştı.
Sözde "Ergenekon Terör Örgütü"nün kovuşturulduğu 237 sanıklı davanın savcı mütalaasında "Ergenekon Terör Örgütü'nün varlığı ispat edilemedi" ifadeleri kullanılmıştı.
İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1 Temmuz 2019’da aldığı bir kararda da örgütün var olmadığına hükmedilmiş ve bütün sanıkların beraatine karar verilmişti.
Gülen yapılanması ile AK Parti hükümetinin yaşadığı ihtilaf sonrasında "kumpas davaları" olarak adlandırılan bu davalar yeniden görülmüş ve sanıklar beraat etmişti.
17-25 Aralık Süreci
17-25 Aralık süreci, Türkiye'de bir kesim tarafından yolsuzluk operasyonu olarak, bir kesim tarafından da hükümeti devirme teşebbüsü olarak tanımlanan ve 7 Şubat 2011 Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) kriziyle başlayan AK Parti-Gülen yapılanması çatışmasının resmiyete döküldüğü zaman dilimini ifade ediyor.
17 Aralık 2013 sabahı, "rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık" gibi suçlamalarının yöneltildiği çok sayıda kişi, dönemin Cumhuriyet Savcısı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in talimatı ile gözaltına alınmıştı.
Dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz'ün koordine ettiği operasyonda o dönemdeki İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamları Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in de aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alınmıştı.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, soruşturmayı hükümeti ve ekonomiyi hedef alan siyasi bir operasyon olarak değerlendirmişti.
Hükümet yetkilileri yaptıkları açıklamalarda, operasyonun arkasında Gülen yapılanmasının olduğunu iddia ederek, devleti ele geçirmeye çalışan bir "paralel yapı" olduğunu öne sürmüştü.
8 Aralık 2013'te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma dosyasının geniş olduğu ve fazla iş yükü gerektirdiği gerekçeleriyle, soruşturmaya ek iki savcı daha atamış ve savcılar arasındaki herhangi bir ihtilaf durumunda soruşturmaya ilişkin kararların 2'ye 1 çoğunlukla alınması talimatını vermişti.
25 Aralık'ta Savcı Muammer Akkaş yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlattığı soruşturma kapsamında dönemin Başbakanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan'ı da şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmak üzere bir belge hazırlamış ancak Emniyet Müdürü Selami Altınok, gözaltı ve arama talimatını, gerekçe ve delillerinin yetersizliği nedeniyle geri çevirmişti.
17-25 Aralık sürecinden bir yıl sonra, Gülen yapılanmasına bağlı oldukları iddia edilen Zekeriya Öz, Muammer Akkaş, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç görevden alınmıştı.
Gülen yapılanması
Gülen yapılanması, 1999 yılından öldüğü 20 Ekim 2024 tarihine kadar Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) yaşamış olan Fetullah Gülen tarafından kuruldu ve Türkiye'de "Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)" olarak tanımlanıyor.
Şeffaflık konusunda ilk günden beri pek çok eleştirinin hedefinde olan Gülen yapılanması, Türk hükümeti içinde bir "paralel yapı" kurmakla, sınav sorularını çalmakla, yapılanmaya sert eleştiriler yönelten Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nu öldürmekle, Yarbay Ali Tatar'ın intihar etmesine neden olan Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve Askeri Casusluk gibi "kumpas davaları" düzenlemekle, Hrant Dink suikastini gerçekleştirmekle, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini organize etmekle ve pek çok diğer kriminal eylemle suçlanıyor.
Grubun lideri Gülen, ölümüne kadar bütün bu suçlamaları reddetti. Bununla beraber, uzun yıllar kendisinin "sağ kolu" olarak bilinen Nurettin Veren'den Gülen'in öz yeğeni Ebuseleme Gülen'e kadar pek çok itirafçı yapılanmayı eleştiriyor ve bu suçlamalarda doğruluk payı olduğunu belirtiyor.
Yapılanma hakkındaki ilk dava 1999 yılında açılmıştı. Savcı, hazırladığı iddianamede mensupların ve yapılanmanın lideri konumundaki Gülen'in "anayasal sistemi değiştirerek yerine İslami esaslara dayalı devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu" gerekçesiyle hapis istemi ile dava açmıştı.
2013 yılında AK Parti'nin Gülen yapılanmasıyla ilişkilerinin bozulmasının ve bilhassa 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından yapıya karşı açılan davalarda çok sayıda kişi cezaevine gönderildi.
Gülen yapılanmasına yakınlığı ile bilinen bazı milyarder iş insanlarının cezaevine girmemesine karşılık alt düzey mensupların cezaevine girmesi ve olağanüstü hal döneminde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) yoluyla işlerinden edilmesi de sıkça eleştirilere konu oldu.
Konuyla alakalı eski AK Parti milletvekili Şamil Tayyar, bir "FETÖ borsası" olduğunu ve yeterli miktarda rüşveti veren iş insanlarının cezaevine girmediğini iddia etmişti.
Tayyar, "Milyon dolarlar dönüyor. Ben bunu söylüyorum. Evet. İtirafçı adı altında işadamlarını serbest bırakıyorlar. Türkiye’nin birçok yerinde var bu," demişti.