Newsletter Haber Bülteni Events Etkinlikler Podcasts Video Africanews
Loader
Bize Ulaşın
Reklam

Dracula'dan çok önce: 'Vampir fikri Mezopotamya'ya uzanıyor'

1922 yapımı vampir klasiği Nosferatu'dan bir kare.
1922 yapımı vampir klasiği Nosferatu'dan bir kare. ©  IMDb
© IMDb
By Cagla Uren
Yayınlanma Tarihi
Paylaş Yorumlar
Paylaş Close Button

Tarihçi John Blair, Killing the Dead: Vampire Epidemics from Mesopotamia to The New World adlı kitabında, insanlığın 'dirilen ölü' fikriyle binlerce yıldır nasıl yaşadığını anlatıyor.

Vampir figürü, çoğu kişinin aklına gotik edebiyatın karanlık sayfalarıyla ya da Ortaçağ efsaneleriyle birlikte gelse de, bu korkunun kökeni çok daha eskiye dayanıyor.

Tarihçi John Blair, Killing the Dead: Vampire Epidemics from Mesopotamia to The New World adlı kitabında, insanlığın “dirilen ölü” fikriyle binlerce yıldır nasıl yaşadığını anlatıyor. Blair’e göre vampir benzeri yaratıklara dair ilk izler, ne Bram Stoker’ın Dracula’sında ne de Avrupa Ortaçağı’nda ortaya çıktı.

Bu korku, en eski şehirlerin kurulduğu Mezopotamya’da filizlendi. Hatta muhtemelen yazının icadından önce de vardı.

Mezopotamya’da ‘yaşayan ölü’ korkusu

İnsanlar, yazının henüz var olmadığı dönemlerde bile ölülerden korkuyordu. Arkeologların bulduğu bazı tarihöncesi mezarlar, ölü bedenlerin taşlarla sabitlendiğini, bağlandığını veya hatta kafalarının kesildiğini gösteriyor. Bu uygulamaların ortak amacı açıktı: Ölünün yeniden ayağa kalkmasını engellemek.

History Extra sitesinde yayınlanan incelemeye göre, Blair, bu tür örneklerin Paleolitik döneme kadar uzandığını belirtiyor. Ancak yazının ortaya çıkmasıyla birlikte ilk açık kanıtlar Mezopotamya tabletlerinde görülüyor. Uruk, Ur ve Babil gibi ilk şehirlerin kurulduğu; Sümerlerden Asurlara uzanan uygarlıkların yaşadığı bu bölgede korku daha sistematik hale gelmişti.

MÖ 7. yüzyıla tarihlenen Yeni Asur belgelerinde rahiplerin uyması gereken talimatlar dikkat çekiyor. Bu metinlerde, “eğer bir ceset dirilir ve yaşayanlara saldırırsa” yapılması gereken ritüeller anlatılıyor. Bu, dirilen ölünün toplum tarafından gerçek bir tehdit olarak görüldüğünü ve dini uygulamaların bir parçası olduğunu gösteriyor.

Beklenmedik ölümler: Vampir efsanelerinin ortak noktası

Antik Mezopotamya inancına göre ölüm, her zaman bir son değildi. Kişinin huzur içinde ölmesi, doğru ritüellerin yapılması ve geride sunu verecek birilerinin kalması gerekiyordu. Ancak ani ölümler yani hayatın “yarım kalması”, ruhun bedenle bağının tam kopamadığına işaret ediyordu.

Blair’e göre bu, vampir efsanelerinin binlerce yıldır değişmeyen temalarından biri:

“İnanca göre hayatları aniden sona eren insanların güçleri, ruhları ya da yaşam enerjileri normal şekilde dağılmaz. Bu da onları tehlikeli kılar.”

'En çok da genç kadınlardan korkuldu'

Mezopotamya’dan Avrupa Ortaçağı’na uzanan birçok kültürde, “tehlikeli ölü” kategorisine en sık genç kadınlar giriyordu. Blair, 15-25 yaş arası kadınların tarih boyunca özellikle bu mitlerle ilişkilendirildiğini söylüyor.

Bunun bir nedeni, genç kadınların ölümünün toplumda “tamamlanmamış bir yaşam” olarak görülmesiydi. Doğum sırasında hayatını kaybeden kadınlar, evlenmeden ölen genç kızlar veya çocuk sahibi olamayanlar bunlardan bazılarıydı. Tüm bu durumlar kültürel olarak “yarım kalmışlık” hissi yaratıyor ve bu kişilerin ölümden sonra daha tehlikeli olacağına dair inancı güçlendiriyordu.

Ayrıca bazı toplumlarda genç kadınların ruhsal gücünün yaşla birlikte azaldığına, bu gücün genç nesillere geçtiğine inanılıyordu. Genç yaşta ölen kadınların bedeninde bu gücün sıkışıp kaldığı düşüncesi de korkuları büyütüyordu.

Bu bağlam, Mezopotamya mitolojisindeki Lilitu ve Lamashtu gibi kadın figürlerinde de açıkça görülüyor. Her ne kadar bunlar “vampir” olmasa da, çocuklara veya hamile kadınlara musallat olan bu varlıklar aynı korkunun izdüşümleri olarak değerlendiriliyor.

Mezopotamya’dan Avrupa’ya uzanan yol

Mezopotamya kültürü, ticaret, savaş ve göçlerle birlikte Yakın Doğu’ya yayılırken mitler de bu yolculuğa eşlik etti. Bu nedenle farklı toplumlarda benzer “dirilen ölü” anlatılarına rastlanması şaşırtıcı değil.

Antik Yunan'da Lamia adı verilen, çocuklara zarar veren kadın canavarlar varken, Roma'da ise mezarda huzursuz kalan ölülerin intikam için geri dönmesi fikri vardı. Erken Hristiyanlık'ta ise uygun yapılmayan cenaze ritüellerinin ruhu rahatsız etmesi fikri ortaya çıktı.

Blair, tüm bu örneklerin aynı kültürel kökten beslendiğini düşünüyor. Nitekim birçok Mezopotamya efsanesinin, Tevrat’tan Ortaçağ inanışlarına kadar geniş bir etki alanı olduğu biliniyor.

Ortaçağ Avrupa’sında karşımıza çıkan vampirler ve revenantlar ise bu uzun geleneğin evrim geçirmiş haliydi.

Erişilebilirlik kısayollarına git
Paylaş Yorumlar

Bu haberler de ilginizi çekebilir

Haftanın filmi 'Günahkârlar': Blues, vampirler ve Amerika’nın lanetli ruhu

Hırvatistan'da Ortaçağ'dan kalma 'vampir' mezarı bulundu: Dirilmesin diye başı kesilmiş

'Nosferatu': İzlemeye değer bir vampir kurgusu mu?