ABD tarafından hedef alınan Avrupalı şirketler arasında merkezi İrlanda’da bulunan Accenture, İspanya merkezli Amadeus, Almanya merkezli SAP, Siemens ve DHL, Fransa merkezli Capgemini, Mistral AI ve Publicis ile İsveç merkezli Spotify yer alıyor.
ABD Ticaret Temsilciliği Ofisi, geçen hafta X’te (eski adıyla Twitter) Avrupa Birliği’nin Amerikan teknoloji şirketlerine yönelik 'ayrımcı' uygulamalarını sürdürmesi halinde cezalandırılabilecek Avrupalı hizmet sağlayıcıların bir listesini paylaştı.
Açıklamada, Avrupa Birliği ve üye ülkelerin “ayrımcı yollarla ABD’li hizmet sağlayıcıların rekabet gücünü kısıtlamaya, sınırlamaya ve caydırmaya devam etmesi” durumunda, ABD’nin yabancı hizmetlere yönelik ücretler ve başka kısıtlamalar getirmeyi değerlendireceği belirtildi.
Peki Amerikan mesajı neden Avrupalılara ulaşmıyor?
ABD’nin tepkisinin anlaşılır bir yönü var. Zira ABD’nin AB ile hizmet ticaretinde 148 milyar euronun üzerinde bir fazlası bulunuyor. Bu rakama fikri mülkiyet ücretleri, profesyonel, bilimsel ve teknik hizmetler ile telekomünikasyon, bilgisayar ve bilgi hizmetleri de dahil.
Buna ek olarak, Avrupa’nın mevcut ve planlanan düzenleyici çerçevesinin, Amerikan teknoloji şirketlerinin Avrupa pazarındaki faaliyetlerini daha da zorlaştırması bekleniyor.
Buna rağmen, Amerikan bakış açısı ve son dönemdeki argümanları AB’de neredeyse hiç kabul görmüyor. Hatta bu söylem, Avrupalı ılımlıları sustururken, açıkça ABD karşıtı kesimleri ve transatlantik ilişkilere mesafeli aktörleri daha da cesaretlendirebiliyor.
Neden ters etki yaratıyor?
Birincisi, AB’nin teknolojiye yönelik düzenleyici yaklaşımının jeopolitik söylemle iç içe geçirilmesi ve tüm AB’ye yönelik sert bir dil kullanılması (Elon Musk’ın son paylaşımlarında görüldüğü gibi), aşırı düzenlemeden kaygı duyan Avrupalı ılımlıları bile radikalleştirebiliyor ve bu yaklaşım çoğu zaman jeopolitik bir tehdit olarak algılanıyor. Bir Rus yetkili olan Dmitriy Medvedev’in bir Amerikan teknoloji CEO’sunun görüşlerini tekrar etmesi ise, en hafif ifadeyle olumsuz bir görüntü yaratıyor.
İkincisi, ABD’nin AB’li teknoloji şirketlerine karşı misilleme önlemleri uygulamaktan söz etmesi, Amerikan firmalarına yönelik daha sert önlemler talep eden siyasi akımları güçlendirebiliyor. Bunlar arasında para cezaları, zorunlu varlık satışları ve yeni vergiler de bulunuyor. Avrupa Komisyonu’nun 2025–2029 ajandasında birçok yeni girişim yer alıyor ve bu sürecin dengelenmesi, ancak klasik liberal ya da muhafazakâr çizgide görülen aktörlerle mümkün olabiliyor.
Üçüncüsü, Amerikan siyasi mesajları çoğu zaman iç kamuoyuna göre şekillendiriliyor ve Avrupa’da gerçeği yansıtmadığı düşünülüyor. Örneğin X’e kesilen 120 milyon euroluk ceza, ABD’de birçok kamuoyunca ifade özgürlüğüne saldırı olarak sunuldu. Oysa cezanın ifade özgürlüğüyle doğrudan bir ilgisi bulunmuyor.
Şirket; “aldatıcı mavi tik sistemi, yetersiz reklam arşivi ve araştırmacılara veri erişiminin kısıtlanması” gerekçeleriyle cezalandırıldı. Aşırı düzenleme mi? Evet. İfade özgürlüğüyle ilgili mi? Büyük ihtimalle hayır.
Basit ve çarpıcı mesajlar kullanmak anlaşılır; ancak Avrupa’da karşılık bulması için bu mesajların daha net, daha teknik ve sorunun özüne daha doğrudan bağlı olması gerekiyor.
Dördüncüsü, Avrupalı düzenleme sistemi ve “Brüksel etkisi”nin sürekli vurgulanması, ABD’nin istemeden de olsa dünyanın başka bölgelerini bu sistemi ABD’ye karşı bir kaldıraç olarak görmeye teşvik etmesine yol açabilir.
ABD-AB ticaret anlaşmasından sonra 'ödev' yapıldı mı?
Ağustos 2025’te ABD ile AB arasında imzalanan ticaret anlaşmasıyla tablo bir miktar iyileşmişti. Anlaşmanın 8. maddesi, tarafların “tarife dışı engelleri azaltma veya ortadan kaldırma” taahhüdünü içerirken, 17. madde “haksız dijital ticaret engellerinin” ele alınmasını öngörüyordu.
Ancak soru şu: Anlaşmadan sonra yapılması gereken ödevler gerçekten yapılıyor mu? Ne yazık ki bu soru büyük ölçüde retorik kalıyor.
ABD’nin yalnızca Dijital Piyasalar Yasası (DMA), Dijital Hizmetler Yasası (DSA) ve Yapay Zekâ Yasası’na değil, aynı zamanda kişiselleştirilmiş reklam pazarını kökten etkileyebilecek Dijital Adalet Yasası gibi yaklaşan düzenlemelere de odaklanması gerekiyor.
Bu düzenlemeler kabul edildikten sonra harekete geçmek çok geç olabilir. DSA, DMA ve Yapay Zekâ Yasası örnekleri, yürürlüğe giren düzenlemelerin sonradan kolayca iptal edilemediğini gösteriyor. Bu nedenle hazırlıkların zamanında yapılması şart.
Hangi Avrupalı şirketler risk altında?
Hedef alınan Avrupalı şirketler arasında; merkezi İrlanda’da bulunan Accenture, İspanya merkezli Amadeus, Almanya merkezli SAP, Siemens ve DHL, Fransa merkezli Capgemini, Mistral AI ve Publicis ile İsveç merkezli Spotify yer alıyor.
Neden bu şirketlerin seçildiği, diğerlerinin neden listede yer almadığı ise belirsizliğini koruyor. Bazı Avrupalı hizmet sağlayıcılar listede yok; adı geçen bazı şirketler ABD’li teknoloji devleriyle derin ortaklıklara sahip; bazıları ise AB’nin aşırı teknoloji düzenlemesine karşı ABD’nin pozisyonuna büyük ölçüde katılıyor.
Örneğin SAP CEO’su Christian Klein, temmuz ayında Avrupa’nın ABD ile bire bir rekabete girmek yerine kendi güçlü olduğu alanlara odaklanması gerektiğini söylemişti: “ABD veya Çin gibi ülkelerde çok iyi iş çıkarmış şirketlerle rekabet etmezdim. Yapay zekâ yarışı yazılım katmanında henüz bitmiş değil. Orada çok büyük bir talep var.”
Mistral AI, Avrupa Parlamentosu’ndaki Yapay Zekâ Yasası tartışmalarında en yüksek sesle eleştiri getiren şirketlerden biri oldu. Siemens ise SAP ile birlikte temmuz ayında Yapay Zekâ Yasası’nın gözden geçirilmesi çağrısında bulundu.
Aşırı düzenleme Avrupalılar için de sorun
AB’nin teknoloji düzenlemelerini yalnızca Amerikan şirketlerinin sorunu gibi sunmak hem yanlış hem de zararlı. Aşırı düzenleme, Avrupalı şirketlerin rekabet gücü açısından da ciddi bir sorun.
Mario Draghi’nin de belirttiği gibi, yalnızca Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) bile Avrupa’daki girişimciler için veriyi Amerikalı muadillerine kıyasla yüzde 20 daha pahalı hale getiriyor.
DSA, DMA ve benzeri kurallar gibi “çok büyük çevrimiçi platformları” hedef alan düzenlemeler, yakında Avrupalı teknoloji şirketleri ve unicorn’lar için de sorun yaratacak. Büyüdükçe, Amerikan şirketleriyle aynı denetime tabi olmaları kaçınılmaz.
AB, “Dijital Omnibus” adı verilen ve veri kuralları ile Yapay Zekâ Yasası’nı sadeleştirmeyi amaçlayan girişimle nihayet doğru yönde adım atıyor.
Birçok Avrupalı için teknoloji alanındaki düzenlemelerin sadeleştirilmesi – hatta genel olarak düzenlemelerin azaltılması – Avrupa’nın rekabet gücü açısından zorunlu görülüyor. Bu yaklaşım, ABD’nin uzun süredir savunduğu tezlerle de örtüşüyor.
Bu makale ilk olarak EU Tech Loop’ta yayımlanmış, Euronews’te ise EU Tech Loop ile yapılan anlaşma kapsamında paylaşılmıştır.